Yazar, bir dinin veya kurumun yalnızca tarihteki önceliğinin daha sonrakilere tesirini ispat edemeyeceğini, böyle bir iddia varsa önce tarihteki öncelik iddiasına, sonra da tesirin gerçek olup olmadığına bakmak gerektiğini ifade ettikten sonra namazı ve bu arada daha başka birçok şeyi Yahudilerin İslâm’dan ve Müslümanlardan öğrendiklerini şöyle ortaya koyuyor (özetliyorum):
Yahudilerin inanç ve haberler konusunda naklettiklerinin asılları kendilerine ait değildir; çünkü Babil esaretinden önceki tarihlerinde bunları bilmiyorlardı. Mezopotamya’da onlara açık olan kapı, orada yaşayan Araplara da açıktı.
Peygamberlik konusunda onların önceliği yoktur; kendi kutsal kitaplarına göre ilk peygamberleri ve ibadetlerle ile ilgili bilgileri başkalarından almışlardır. Onlarda “Peygamber” kelimesine karşı gelen bir kelime Kenan’a girmeden önce mevcut değildir.
Dinin özünü teşkil eden Allah, Peygamber ve mükellefiyet konularına mukayeseli olarak bakıldığında İslâm’ın onlardan hiçbir şey almadıkları açıkça görülecektir. İnsaflı ve tarafsız gözlemciler, eskiden ve yeniden dindar Yahudi halkına ve Müslümanlara baktıklarında izafi olarak (tesir bakımından) önceliğin Müslümanlarda olduğunu göreceklerdir.
İbranî dilinde, miladi onuncu asırdan önce gramer ve edebiyat kuralları yoktu, din adamları Mısır’da Müslüman Araplardan öğrendiler.
İbranice'de aruz (şiir vezinleri, kalıpları) yoktu, Mısır ve Endülüs’te Müslümanlardan öğrendiler.
Endülüs doğumlu olup uzun yıllar Kuzey Afrika’da ve Mısır’da yaşamış olan filozofları Musa b. Meymun tevhid felsefesi konusunu ilk yazan kişi olup Tevrât’ın, âdetlerini taklit etmeyi yasakladığı milletler içinden yalnızca Müslümanları istisna etmiştir (onlara uyulabilir demiştir).
Mahmud Akkad’ın “Mâ Yukâlu ani’l-İslâm” adıyla özetlediği kitabın yazarı Naphtali Wieder, bir adım daha ileri giderek Yahudilerden birkaç neslin, Müslümanlarla temaslarından önceki ibadetleri ile temastan ve birlikte yaşamadan sonraki ibadetlerini karşılaştırıyor ve kendi kaynaklarını da kullanarak şu sonucu ispat ediyor: Yahudiler Müslümanlara uyarak, onlardan öğrenerek abdest, gusül, cemaatle namaz gibi birçok ibadeti uygulama alanına soktular.
Mesela Yahudiler daha önce abdest yerine yalnızca ellerini yıkıyorlar, cünüp olduklarında da gusül yapmıyorlardı. Halk bunları Müslümanlardan öğrenince “daha önceleri bizde de vardı, siz kaldırdınız, farklı şeyler söylüyorsunuz” diye hahamlara, İslâm mahkemesinde dava açmaya kalkıştılar.
Yahudiler cemaat halinde namaz kılarken haham okumakla meşgul olur, cemaat ise oturdukları yerde sağa sola tükürür, konuşur, kalkıp bir yerlere gidip dönenler olur, gençler de bu hali görünce ibadetin böyle olduğunu zanneder, yanlış eğitim alırlardı. Bu durumu böylece tasvir eden Musa b. Meymun Yahudilere, Müslümanların cemaatle namaz düzenlerini tavsiye etmişti.
Yazar ayrıca Yahudilerin İslâm tasavvufundan da etkilendiklerini kaydediyor, Musa b. Meymun’un oğlu İbrahim’in İslâm namazını ve ona tekaddüm eden temizlik (abdest, gusül vb.) yazdığını, Şark Yahudilerinin ibadetlerinde onu izlediklerini ifade ediyor.
Sonuç olarak Yahudiler, Irak’a göç etmeden önce bilmedikleri (bilgi kaynaklarında mevcut olamayan) ve semavi dinler arasında ortak olan hususları göçten sonra burada öğrendiler, İslâm’dan sonra ise yukarıda özetlendiği gibi İslâm’dan çok şey aldılar.