Çok genel tabiriyle devlet, daha özel hususuyla modern devlet bugün dünya devletler manzumesinde en geçerli siyasi erk kumandasıdır. Devlet, 21. Yüzyılda bugünkü şekillenmiş biçimini Fransız İhtilali’nin kaos ve kanlı ortamından esinlenerek vuku bulmuştur. 'Peygamberler olmasa idi, medeniyetler inşa olamazdı' sosyal gerçekliğinden yola çıkarak bugünkü devletin tarihsel dinamiklerini irdelemek daha kolay olacaktır. Evet bugünde bilinen bir gerçek ki, bugünün sosyal ve siyasi yapısını icra eden Batı ve Doğu enteljiyansı esas ve teferruatta birbirine zıt tekamüller içerir. Çünkü Batı felsefesi ve entelektüelleri, tarih boyunca hep kaos ortamında gelişmiş, fikirlerinin akabinde yeni toplumsal kaoslar doğurmuştur. Hâlbuki Doğu felsefesi, her zaman insanlığın ruhi ve toplumsal sorunlarına sunduğu reçetelerle adeta kurtarıcı rolünü üstlenmiştir. Batı enteljiyansının da çoğu zaman sorunun çözümünü Eski Yunan ve Endülüs kaynaklarında aramasının sebebi budur. Ama bugün Batı kendi fikirlerini Doğuya tatbik ettirmeye çalışması ve doğununda huzurdan yoksun kalması da bu yüzdendir. Daha somut ifade ile, Batı, tarihte her zaman bir ideolojiyi, bir felsefi disiplini vs. yıkmış ve bunun yerine alternatifini de kendi koymuştur. Yani aynı elden kötü ve iyi, gerçek ve yalanın kurgulamasını yapmıştır. Feodal yapıyı yıkıp yerine merkeziyetçi faşizan yapıyı dünyanın başına bela eden; Komünizmi yıkıp onun alternatifi kapitalizmi irca edip başımıza bela eden; 'böl, parçala, yönet' mekanizmasını devreden çıkarıp' entegre et ve yönet' belasını getiren yine Batıdır, yine batıdır…
Velhasıl bu sistem kabiliyeti ile 'insanları devlet eli ile makineleştirip' sosyal devlet yapısını başımıza bela eden yine Batıdır. Sosyal devler kavramsal olarak değil, uygulamasındaki pratik açısından değerlendirilmeli ve bu eksende tartışılmalıdır. Yoksa 'İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın' hikmeti ile karıştırılabilir.
Sosyal devlet, uygulanışındaki yanlış sebepler neticesinde, insanları toplumun bireyi ve daha kıymetlisi şahsiyeti olma yolunda zafiyetlere sebep vermesi gün gibi aşikârdır. Bir kere şu çok önemli bir gerçektir: Toplumu ilgilendiren sorunlar devlet eliyle çözülemez. Toplumsal mutabakat veya toplumun o hususta heterojenleşmesi sağlanmadan atılacak her adım, o soruna çözüm değil soruna sorun katacaktır. Zaten hiçbir moderniteye adanmış ulus devlet yapısı, insanlarının farklılıklarını devlet ekseninde tartışmaya açmaz.
Sosyal devlet yapısı da insanlarımızın başta insani olmak üzere sosyal kaygı ve hassasiyetlerini zafiyete uğratmıştır. Tüm şahsi ve ailevi bekasını devlete tahvil edip, sorunlarına devlet eliyle yardım bekleyen insanın bağlı bulunduğu toplumun, yardımlaşma başta olmak üzere acıma, üzülme, kaygı duyma gibi özellikleri gitgide kaybolmaktadır. Mesela bir örnekle konuyu somutlaştıralım: Bir fakir vatandaş halk otobüsüne biniyor ve parasının eksik olduğunu fark ediyor. Şoföre durumu anlatarak şoförden yardımcı olmasını istiyor. Sosyal devlet yapısının vuku bulduğu toplumlarda şoförün şu cevabı vermesi kaçınılmazdır: 'Kardeşim, fakirsen git belediyeye (veya sosyal yardımlaşma kurumu gibi devlet kurumları da olabilir) oradan yardım talep et'. Maalesef bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz. Bugün amacından saptırılıp devlet eliyle yapılan yardımlar; insani hassasiyetlerimizi yargılamakla beraber, rahatçılığı, avantacılığı, kolaycılığı doğurmaktadır. Bugün Türkiye'nin dışarıdan buğday alacak duruma gelmesinin sebebi de sosyal devlettir. Köydeki üreticiler kolaycılığa alıştırılarak üretim baltalanmıştır. Çocuklarımıza verilen eğitim yardımları çocukların eğitiminden daha çok babalarının sigara parasına gitmektedir.
Modern devleti ve onun etkisi altında şekillenen bir başka değişle tezahürü olan sosyal devleti sistemleştiren A.Comte, Carl Schimit ve Hobbes eserlerinde sosyal devlet inşasını hep kaso durumlarından düzen durumuna geçişteki paradigmaları çizerek işlemiştir. Özellikle Hobbes'in Leviathan eseri bunun açıkça ispatıdır. İnsan-Tanrı karışımı olan Leviathan bağlı bulunduğu bireylerin tüm sosyal ve hususi gereksinimlerini karşılarken bunun karşılığında itaat ve teslimiyet beklemiştir. Dolayısıyla biraz öncede değindiğim gibi insana ait sosyal meseleleri devlet eliyle çözmenin kaçınılmaz sonucu olan kaos ve buhrana sürüklemiştir. Yani J. J. Raousse'nun toplumsal sözleşmesi, insana ait problemlerin devlet eline geçmesiyle siyasal sözleşmeye geçmiştir.
Oysaki Türk Devlet geleneğinde ki 'İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın' hikmetinin günümüz modernitesinin ürünü olan sosyal devlet ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Burada insanın hususiyeti yaşatılacak olan devlet ile müşahhastır. Bu hikmetteki insanda kutsadığı devletinin en sadık dostu niteliğindedir.
Velhasıl, günümüz modernite yapısının ürünü olan ve özellikle pratiğindeki yanlışlardan dolayı insanlığa düşman olan sosyal devlet olgusunu lanetliyorum. Yaşasın; tek ferdini dahi atlamadan, cemiyet meydanında birey değil, şahsiyet olmasının davasını güden Türk Devlet Geleneği. Baki muhabbetle…