Bu yazıyı yazmadan önce onlarca bir çok derneğin, vâkıfın, çeşitli teşekküllerin tüzüklerini inceledim. Özellikle de "Amaçlar" başlığını birkaç kez okudum. Tüzüğünü incelediğim dernek, vakıfların hemen hemen hepsinin genel amaçları aynı cümlelerden oluşuyor. Ülkenin ya da bölgelerinin sosyal ve kültürel sorunlarına; ilgili kurumlarla irtibat kurarak çözüm bulmak, kültür mirasını, örf ve adetlerini yaşatmak gibi genel amaçlar doğrultusunda hepsi de hemfikir.
Falanca ilçenin hatta falanca köyün yardımlaşma derneklerinin tüzüklerinde "Sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesini sağlamak, kimsesiz, fakir, yaşlı, dul, yetim, öksüz, sokakta kalmış, engelli, madde bağımlısı, şiddete maruz kalmışları, mültecileri, yolda kalmışları, dezavantajlı grupları ve her türlü insanı, , himaye etmek, ayni ve nakdi her türlü maddi ve manevi yardımı yapmak" gibi ifadeleri de bulmak mümkün.
Dernek, vakıf mensuplarının sosyal, kültürel, sportif ve eğitim alanında faaliyette bulunmaları, birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmalarını sağlamak amacı ile hizmet etmek, çalışmalar yapmak, maddi manevi destek olmak ve yardımlarda bulunmaları, üyeleri arasında muhtaç durumda olanlara ve doğal afetlerde zarar görenlere ayni ve nakdi yardımlarda bulunmaları gayet normaldir. Bu tür faaliyetler gayet doğaldır. Büyük şehirler, göçle birlikte başlayan şehirleşmenin yaşandığı bölgelerde ise öncelikli bir ihtiyaç olarak görülebilir.
Sosyolojide; İşverenler ( Büyük Endüstri Sahipleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, Sanayicileri ve İşadamları Derneği vb), Çiftçilerin Kooperatif Birlikleri, Serbest Meslek Kuruluşları (Barolar, Tabip Odaları), Sendikalar, Dini konular (Tarikatlar), Ahlaki konular (Saygısızlıkla Savaş Derneği, Gençlik ve Öğrenci Kuruluşları) baskı grupları olarak tanımlanmaktadır.
Görüldüğü üzere hemşeri dernekleri baskı grupları arasında yer almamasına rağmen ülkemizde maalesef önemli bir kısmı kurumlar üzerinde baskı unsuru haline gelmiştir ya da getirilmiştir. Bu amaçla kurulmamasına rağmen zamanla bir makam kapmak derdinde olanlar, önce yönetimlere girmişler daha sonra yönetim kurulu başkanı olmuşlardır.
Bu tür teşekküllerde bazı kişilerin yönetime girmeleri ile birlikte bu mekânları kendi menfaatleri için kullanır olmuşlardır. Bir tür baskı unsuru haline gelmiş ya da getirmişlerdi. Her ne kadar bu söylenilenler genele şümul olmasa da her geçen gün bu yönde evrildikleri de maalesef görülmektedir. Bu baskıyı daha çok üyesi olan hemşerisini bir makama getirme yönünde kullandıkları da aşikârdır. Daha kötüsü ne olursa olsun da benim hemşerim olsun anlayışı, gelinen kurumun yanında ülkeye de liyakat ve ehil olmama yönünden zarar verdiği düşüncesindeyim.
İncelediğim onlarca dernek, vakıf vb. tüzüklerinin hiç birinde, üyelerini bir makama yerleştirmek, makam sahibi yapmak gibi bir amaç olmadığı halde bu evrilmeden dolayı bu tür faaliyetleri "Gizli Hastalığımız" olarak tanımlamayı uygun buldum.
Bazı derneklerin, sivil toplum örgütlerinin benim üyem diğerlerinden üstündür anlayışı içerisinde hareket etmesi bir toplumsal çöküşle birlikte ciddi bir güven kaybına da sebep olmaktadır. Güven kaybının sonucunda mevzuatlarında belirttikleri amaçlara ulaşma ve bunları gerçekleştirmekte ciddi sıkıntılar yaşayacakları/yaşadıkları da muhakkaktır. Menfaat çevreleri, koltuk sevdalıları buraları adeta işgal edeceklerdir. Güven kaybı yaşamaları da en büyük kayıpları olmuştur.
Deyim yerindeyse "Hemşerim olsun da çamurdan olsun" olsun anlayışının, liyakatin ve ehliyetin önüne geçmesi ise en büyük tehlikelerin başında gelmektedir. Bir ülke için büyük problemler oluşturmaktan öte güzel ülkemize de zarar verdiği muhakkaktır.
Bu anlayış liyakat, ehil olma anlayışından çok uzak bir anlayıştır. Yerel anlamda faaliyetler yapan bu tür derneklerin yardımlaşmadan öte üyelerini bir makama getirme çabalarını da mikroırkçılık olarak tanımlamak herhalde yanlış olmaz.
"Allah indinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir."
"Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez."
(Yukarıda ifade edilen ve Peygamber efendimize ait olan sözleri (Hadis-i Şerif) bilmeyenimiz yoktur. Anlaşılan o dur ki problem bilmek de değil, uygulamadadır.
Yazımızı Hucurat Suresi 13 üncü ayetle tamamlayalım.
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…