Değerli Okurlarım,
Bu makalemde depremlerle ilgili çok ayrıntıya girmeyeceğim. Çünkü son on beş gündür hepimiz çok uzmanlardan daha çok uzman olduk. Televizyonlarda, sosyal medyada 7/24 depremlerle yatıp depremlerle kalkıyoruz. O da yetmiyor, gelecekte ben duymadım, bilmiyordum deme gibi mazeret üretilmesin diye tabiri caizse küçük ölçekli de olsa arada alttan dürtülüyoruz. Çorum da olan deprem küçük olsa da -afet bölgesini gördükçe, aynısı olacakmış gibi- korkusu büyük oluyor.
Ünlü bir Alman Profesör ''Türkler çok garip bir millet, bir felaket yaşayınca sıcağı sıcağına onunla yatar onunla kalkarlar. Sonra da daha üç ay geçmeden rafa atarlar. Taki ikinci bir afet yaşanıncaya kadar'' der. Bunun yorumunu sizlere bırakırken 17 Ağustos Marmara depremi sonrası Gazeteci Güngör Mengi'nin ''Sakın ha, kimse Allah'a sitem etmesin. Biz bu felaketin sonuçlarını kendi elimiz ile hak ettik'' sözünü de hatırlatmak istiyorum.
Kıymetli hemşerilerim, bu bağlamda kendi adıma yıllardır yazdığım makalelerin, sosyal medyada anekdot paylaşımlarımın, öğrenci, öğretmen, veli ve -cami cemaatine- verdiğim seminerlerin sayısını vallahi bilmiyorum. Ama arada dönüp eski yazılarımı okuduğumda sadece üzülüyorum… üzülüyorum…  üzülüyorum… Keşke diyorum, şu afetler sonrası oluşan enerjimizin yarısını koruyucu hekimlik gibi afetler öncesinde verebilsek, belgeden çok bilgi için seminerlere katılsak, işlerimizi merhum Doğan Cüceloğlu'nun ifadesiyle -mış gibi yapmasak, ülke olarak topyekün bilinçlensek, babamızın oğlu da olsa eksiğini hatasını görünce gereğini yapabilsek, dünden buğünlere bu ağır afetlerin faturasını maddi manevi olarak bu kadar ağır ödemeyiz diye düşünüyorum. 
Ben deprem profesörü değilim ama 38 yıllık memuriyetimde yazan çizentoplum önünde konuşan biri olarak iyi bir gözlemci ve yorumcu olduğumu düşünüyorum. Kıymetli Erol Taşkan Bey, annesini eliyle yeni mezara koyan bir dostuna ''Bana şu an anne ile ilgili hissettiklerin hakkında bir cümle söyle'' der. O da sen gazetecisin, benden daha iyi bilirsin, ben cahilem deyince '' Hayır, şu an sen en kıymetlini ellerinle toprağa bıraktın, senin söyleminde hiçbir abartı, riya yoktur'' der. O zaman arkadaşı ''Annenin kıymetini bil bil bil'' diye cevap verir.  Buradan hareketle özelde ilimiz, genelde ülkemiz adına mevcudun dışında birkaç tane öneri arz edeyim. Belki dikkate alanlar çıkar.
* Apartmanların zeminine mini bir oda yapalım. Kapısı dışarı açılsın. Anahtarı herkeste bulunsun. Bir tane anahtar da apartman dışına saklayalım. Bu odada her daire için acil ihtiyaçlar olsun. ( ysc, su, bisküvi, radyo, şarj aleti, el feneri, kibrit, kullandığı ilaçlardan yedek, giysi, battaniye, çadır, kazma, kürek, balyoz vb.) gecenin sonunda ayazda deprem olup, 7. Kattan aile boyu don gömlek kaçınca, geri girmek mümkün olmaz. Ama apartman altından bir dakikada alıp çıkılabilir. Ve devlet gelinceye kadar kimse mağdur olmaz. (Afet hazırlığı 72 saat vatandaşa aittir ama maalesef bizim vatandaşımızın iki saat bile hazırlığı yok) Hatta bir iki komşuya da faydası olur. Çünkü tüm binalar yıkılmayacaktır ama paranın da geçmediği bir haftaya girecektir.
* Afad- Kızılay gibi bu işin yükünü çeken kurumlar, bir plan dâhilinde öğretmenlere, imamlara, esnafa vs. kaliteli, kurulumu kolay çadır üretip mini taksitlerle satabilir. Deprem sonrasında nereye kuracağını söyler. Zaman zaman örnek uygulamalar gösterir ve deprem sonrası yükü hafifler. Vatandaş çadır! çadır! diye bağırmaz. Çünkü tüm evler yıkılmayacağı için bilinçli kullanımla çözümü kolay olur. Kısaca sonra vereceğini önce verir.
* Büyük afetler sonrası güvenlik ve kimlik tespiti gündeme gelir. İnsanoğlu ölüme alışır da kaybettiğine alışamaz. Hatta gözü yaşlı anneler, yavrum gelecek diye kapısını bile kilitleyemez. Bu bağlamda, bebeklerin, çocukların, bayanların kollarına künye (gerekirse parasal değeri olmayan çelikten) takması ve buna TC NO yazılması - erkeklerin ise kollarındaki saatlere yazılması- olası ihtiyaçta kimlik tespiti için çok kolaylıktır diye düşünüyorum.
* Afet bölgesindeki her ilimizde -özellikle insan hatasından dolayı yıkılan binalarda- doğallığını kaybetmeden bir deprem müzesi kurulması gelecek nesiller için çok önemlidir. Çünkü bütün dünler geleceği aydınlatan fenerdir.
* Üniversitelerin (Keşke imkân olsa da buna Fen Lisesi son sınıf öğrencilerini de eklesek, yarın her biri ülke yönetiminde önemli yerlerde olacaklar)  inşaatlarla ilgili Mühendislik bölümü öğrencilerine deprem bölgesini bir plan dâhilinde iyi rehberler refakatinde gezdirelim.  Afetzedelerin acılı hikâyelerini birinci ağızdan dinletelim. Gözyaşlarına şahitlik ettirilmesi. ''Söylersen unuturum, gösterirsen yarını hatırlarım ama yaptırırsan -o afetzedeye, öksüz yetime dokundurursan-  hiç unutmam ve ihtiyaç halinde doğrusunu yaparım'' misali yarın etkili yetkili olduklarında, kontrollere gittiklerinde, ruhsatlara imza atacakları zaman mutlaka olumlu etkisi olacaktır. Planla uyuşmadığı zaman, fiziksel olup ihtiyaç halinde fonksiyonel olarak işe yaramayacağı zaman  ''Ben ta öğrenciliğimde deprem bölgesini gezdim gördüm, imza atıp vicdan azabı çekemem'' diyecektir. Allah aşkına bizlerin Japonlardan ne eksiği(!) var.  Onlar daha dört beş yaşlarından itibaren çocuklarına Hiroşima'yı,  Nagazaki'yi ve diğer felaket bölgelerini gezdiriyorlar. Bir daha tekerrür etmemesi için umudumuz sizsiniz diyorlar… 
* Hane bilgi iletişim sistemi bulunması. Özetle, evden il dışına çıkıldığında belki bir tuş ile gideceği adresin verilmesi. (Güvenliği ayrı) vatandaş üç ay gidip il dışında evladının yanında duruyor. Afet anında ilk etapta apartmanda kimler var bilinmiyor. Komşuluğun bitmeye yüz tuttuğu günümüzde, afaki bilgilerle ekipler boşa emek verebiliyor veya gittiği yerdeki apartman yıkılsa misafir olarak bilinmediği için unutulabiliyor.
* İl-ilçe merkez camilerde konunun uzmanı tarafından yılda en az bir defa ''Deprem ve Bilinçli Korunma''  konulu sunum (vaaz) yapılması kesinlikle faydalı olacaktır. 2014 yılında Ulu camide ve bazı ilçelerde yaptığımda çok olumlu tepki almıştım. Çünkü bu konuda konferans verseniz yirmi kişi gelmez ama camide yüzbinlere kolayca ulaşabilirsiniz. (yıllar önce bir öğrenci, -hocam durmadan bize anlatıyorsunuz bunu birde babalarımıza anlatsanız ya- demişti)
Bizde maalesef her afette söylem ziyadeli ama eylem birazcık cılız kalıyor… Kelamı fazla uzatmayalım, rabbim kimseye acı yaşatmasın. Kalın sağlıcakla…  
        *
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nasihatin yer aldığı ''Mahirane Söylemler'' kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum.  Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek (benden imzalı olarak 40 TL)  temin edebilirsiniz.