Bektaşi topluluğu, tarih boyunca Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde önemli bir dini ve kültürel hareket olarak varlığını sürdürmüştür. Bektaşilik, Alevilik ile yakın ilişkiler içinde olan, tasavvufi bir tarikat olarak Anadolu, Balkanlar ve daha geniş coğrafyada dini ve sosyal kimliklerin oluşumuna önemli katkılarda bulunmuştur. Osmanlı döneminde Bektaşi tekkeleri, devletin çeşitli kademelerinde aktif rol oynamış ve bu süreçte devlet ve toplumla iç içe geçmişlerdir. Ancak modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve sonrasındaki laikleşme politikalarıyla birlikte, bu yapılar resmi destekten yoksun kalmış ve dinî topluluklar olarak kendilerini yeniden tanımlama sürecine girmişlerdir.

Gelinen noktada Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı açıklamada, Arnavutluk’ta Vatikan benzeri bir “Bektaşi Devleti” kurma sürecini başlattıklarını duyurması, bölgesel ve uluslararası arenada büyük yankılar uyandıran önemli ve stratejik bir teo-politik adımdır. Bu girişim, yalnızca Arnavutluk’un iç siyasi dinamiklerini değil, Balkanlar’daki dengeleri, Türkiye’nin dış politikasını ve İslam dünyasındaki dinsel ilişkileri de derinden etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Tarihsel arka planına bakıldığında; Bektaşi Devleti kurma düşüncesi ilkin, 19. yüzyılda Naim Fraşiri’nin girişimleriyle Osmanlı’ya karşı etnik ayrılıkçı bir hareket olarak doğmuş ve 1929 yılında Bektaşi tarikatının merkezinin fiilen Arnavutluk’a taşınmasıyla mevzu farklı bir noktaya gelmiş ve bu konu birçok yeni tartışmaya kapı aralamıştır.

FETÖ VE AB SÜRECE DAHİL

Bektaşi Devleti olarak adlandırılan ve Tiran merkezli bir yapılanma, Türkiye’nin Balkanlar’daki Alevi-Bektaşi toplulukları üzerindeki etkisini sınırlandırma amacı taşıyan bir proje olarak değerlendirilmektedir. Özellikle FETÖ ve Avrupa Birliği (AB) gibi dış aktörlerin bu sürece müdahil olduğu ve Bektaşi topluluklarını Türkiye’den kopartarak bağımsız bir kimlik inşa etme yönünde teşviklerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu yapılanma, nihai noktada Bektaşiliği İslam’ın ana gövdesinden ayırarak, bağımsız bir dini grup olarak tanımlama amacı taşımaktadır. Ancak, Bektaşi liderleri ve dervişleri, bu tür bir ayrışmaya uzun süre direnmiş ve “Bizim kıblemiz Anadolu” şeklindeki söylemlerle, Anadolu ve Türkiye ile olan kültürel bağlarını koruma çabası içinde olmuşlardır.

Özellikle 1990’lar sonrasında, Bektaşilik üzerinde kurulan uluslararası baskılar artmış ve bu baskılar, Türkiye’nin Balkanlar’daki Bektaşi topluluklarına yönelik destek ve teşviklerinin yetersiz kalması nedeniyle daha da etkili olmuştur. Bilinmeli ki Bektaşilik, kendisini İslam’ın büyük gövdesinden ayrı bir dini grup olarak tanımlamayı reddeden bir yapıya sahiptir. Anadolu’ya ve Balkanlar’a ait bir inanç hareketi olarak Bektaşilik, modern dönemde ulusal ve uluslararası birçok siyasi ve dini güç tarafından etki altına alınmaya çalışılmıştır.

BEKTAŞİ YOLUNUN YIKILMASI

Diğer taraftan dini gelenek olarak Bektaşiler için en üst rütbede bulunan Ali Haydar Ercan Dedebaba, Baba Mondi’nin kendisini Dedebaba ilan etmesinin Bektaşi erkânına göre geçersiz olduğunu beyan etmiştir. Öyle ki, Arnavutluk’taki Bektaşi hiyerarşisinde “halifebaba”nın dahi bulunmadığını çünkü Reşat Bardi Halifebaba’dan sonra kimsenin halifelik erkânı görmemiş olduğunu, Bektaşi geleneğine göre dedebabanın Türkiye sınırları içinde ikamet etmesi gerektiğini ve bu sistemin Türkiye’de hâlâ kesintisiz bir şekilde devam ettiğini açıklamıştır. Ayrıca Baba Mondi’nin dünya Bektaşilerinin lideri olduğunu iddia etmesinin kabul edilemez ve bu girişimlerin manevi anlamda Bektaşiler için geçersiz olduğunu da ifade etmiştir. Ancak devam eden fiili geleneğe rağmen teo-politik açıdan Arnavutluk devleti, böyle bir adım atacağını ilan etmiştir.

ÇATIŞMAYA YOL ARANIYOR

Bektaşilik, çoğunlukla İslamiçi bir tarikat yapılanması olmasının yanında bazı yönleriyle Sünni yorumla farklılıklar taşımaktadır. Farklılıklardan çatışma çıkarmak çoğu zaman Batı için en kolay hegemonya yoludur. Bu yüzden bu farklılıkları derinleştirmek, İslamiçi fraksiyonlar arasında rekabeti artıracağı, bölgesel ve dinsel çatışmaları derinleştireceği için sözüm ona “diyalogcu” zihniyetler tarafından desteklenmektedir. Bu strateji bilhassa Balkanlarda, özellikle Sünni blok içinde homojen bir İslam birliğinin güçlenmesini engelleme amacını güdecektir. Bektaşilik, İslam’ın daha mistik ve hoşgörülü bir yorumu olarak, Batı’nın gözünde Sünni İslam’a karşı meydana getirilmeye çalışılan alternatif bir dini model yapılma fırsatı yaratmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında; daha sonraki süreçlerde Batı, Bektaşiliği “yeni din” olarak meşrulaştırma amacıyla, İslam dünyasında köklü dini bölünmeler yaratma stratejisi izleyecektir. Bu politika, Almanya ve İngiltere gibi ülkeler tarafından uzun yıllardır bizzat desteklenmektedir. Öyle anlaşılıyor ki; bu yeni teo-stratejik hamlenin, Batılı güçlerin garantörlüğünde ve kontrolü altında olacağı aşikârdır.

“ILIMLI İSLAM” ALGISI

Bektaşi geleneğinde var olan mistisizm, kadın-erkek eşitliği, dini pratiklerde esneklik gibi konular Batı’nın liberal değerlerine yakın olduğu için Batılılar tarafından cazip görülmektedir. Rama da zaten bu yönüyle Bektaşiliğin özgünlüğünü dile getirmiştir. Bir anlamda Batı’nın sözde radikal İslam’a karşı yürüttüğü savaşın bir parçası olarak devlet fikri Batılılara cazip görünmektedir. “Ilımlı ve hoşgörülü” bir İslam anlayışının yayılması, Batı’nın daha dik ve şahsiyetli duran Hanefi/Maturidi Sünni akımlara karşı etkili bir alternatif sunma hedefiyle uyumlu olacaktır. Ancak bu strateji aynı zamanda tepkisel radikalleşmenin artmasına ve cihadi selefiliğin yükselmesine yol açarak, İslam dünyasındaki iç çatışmaları daha da derinleştirecektir. Bunun hesaplanmamış olması düşünülemez. Arnavutluk gibi hassas bölgelerde bağımsız bir Bektaşi Devleti’nin kurulması, bölgedeki güvenliği kontrol altına almak ve gerektiğinde bozmak için bu işin mimarlarına stratejik bir fırsat sunacaktır.

YAĞMURDAN KAÇIP DOLUYA KOŞUYORLAR

Arnavutluk, hem Avrupa hem de Ortadoğu’ya yakın stratejik bir noktada yer alması nedeniyle önemli bir konuma sahiptir. Bu yüzden Bektaşi Devleti, Arnavutluk’ta Batı’nın politik ve ekonomik çıkarlarına uygun bir müttefik olarak işlev görecektir. Bir yönüyle Bektaşi Devleti’nin kurulması, Büyük ülkelerin bölgedeki nüfuzunu pekiştirme ve istikrara kavuşturma hedefiyle uyumlu olacaktır. Ancak diğer yönüyle bölgede oluşacak dini kaos ortamında ve doğacak toplumsal çatışmalarda hakem yine Batı olacaktır.

Özellikle Balkanlarda son dönemde artan Selefi etki, bütün Balkanların güvenlik stratejilerine yönelik bir risk olarak algılanmaktadır. Hanefi/Maturidi gelenek ise bu tehdidi engellemenin esas öznesidir. Bu bağlamda, öncelikle Selefilik/Vehhabilikten kaçarken geleneksel Sünni İslam’ın bölgedeki etkisini zayıflatmak, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi olacaktır. Bektaşilik, daha az merkezi, daha yerel ve mistik bir yapıya sahip olduğu için Müslümanlar arasında “Ümmet Kimliği” bilincini zayıflatacaktır. Bu strateji, bütünleşmeye değil daha fazla kaos, arayış ve inkara neden olacak ve giderek toplumu çatışmaya sürükleyecektir.

YENİ BİR DİN

Balkan İslam’ı projesi, Osmanlı ve Türk mirasını silme girişimi olarak da değerlendirilebilir. Bu süreçte, Bektaşilik, Balkanlar’da yerel bir İslam modeli olarak yeniden yapılandırılacak ve bu olgu uzun vadede dini bir kimlikten uzaklaştırılarak yeni bir din olarak meşrulaştırılmaya çalışılacaktır. Bu dini azınlık, belirli bir süre sonra kendisini İslam’dan ayrı görmeye başlayacak ve Batı’nın bölgedeki kültürel egemenliği güçlenecektir. Bu tür bir girişim, sadece İslam dünyasında yeni mezhepsel çatışmalara yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda bölgesel ve dinsel ayrışmayı derinleştirerek Batı’nın hegemonyasını güçlendirmeyi hedefleyecektir.

Bektaşilik aracılığıyla güçlü devletler, kültürel diplomasi yoluyla Arnavutluk ve çevresinde daha olumlu bir imaj geliştirecektir. Bu bağlamda, Bektaşi tarikatı üzerinden sivil toplum projeleri, eğitim ve kültürel değişim programları başlatılarak güçlü ülkelerin bölgedeki etkisi artırılacaktır.

TÜRKİYE’Yİ DENGELEME POLİTİKASI

Bektaşi Devleti düşüncesi Türkiye’nin siyasi nüfuzundan rahatsız olan ülkelerin, Türkiye üzerindeki etkisini dengeleme stratejisinin bir parçası olarak da görülebilir. Türkiye’nin Arnavutluk ve bölgedeki Müslümanlar üzerindeki geleneksel ve tarihi etkisini sınırlamak amacıyla, bu etkiyi azaltmak ve gerektiğinde Türkiye’nin iç işlerine doğru farklılıkları kaşımak isteyenler, Bektaşi Devleti’ni destekleyecektir. Türkiye’deki Bektaşi ve Alevi grupların bu stratejiye dâhil edilmesiyle, içsel farklılıklar çatıştırılmak istenecek ve Türkiye içinde yeni bir denge oluşturulmaya, mezhepsel ayrışmaların derinleşmesine zemin hazırlanmaya çalışılacaktır.

Sonuç olarak, Vatikan tarzı özerk bir Bektaşi Devleti’nin kurulması girişimi, sadece Arnavutluk’un iç siyasi dinamiklerini etkilemekle kalmayacak, Balkanlar’da ve daha geniş ölçekte İslam dünyasında dinsel gerilimleri artırarak Batı’nın stratejik çıkarlarına hizmet edecektir. Batı, Bektaşiliği hoşgörülü, diyalogcu, mistik ve ılımlı bir İslam modeli olarak desteklerken, bu girişimin arkasında İslam dünyasında homojen bir yapı kurma hedefinin zayıflatılması, Sünni İslam’ın bölgesel etkisinin dengelenmesi ve Türkiye’nin Balkanlar’daki nüfuzunun sınırlanması gibi amaçlar yatmaktadır. Bu süreçte, Balkan İslam’ı ve Bektaşiliğin “yeni bir din” olarak meşrulaştırılması projesi, uzun vadede İslam dünyasında iç çatışmaları artırarak Batı’nın bölgesel hegemonyasını pekiştirecek bir stratejik araç olarak kullanılacaktır. Türkiye’nin geleneksel dini yapıları ve dış politikası bu girişimle sınanacak ve içsel farklılıklar üzerinden yeni bir dengeleme siyaseti uygulanmaya çalışılacaktır.