"Deprem nedeniyle bir yakınını, ailesini, evini ve anlam yüklediği her şeyi beklenmedik bir şekilde kaybeden insanlar travmatik bir yas süreci içindedirler. Ozanlarımız, yazarlarımız bu türden kayba “ruhsal yara” adını verirler. 13.5 milyon insanımız şu an yaralıdır. Unutulmamalıdır ki enfekte olmuş bir yaranın iyileşmesi, temiz olan bir kesiğin iyileşmesinden daha uzun zaman alır. Fiziksel ve ruhsal anlamda bu yaraların en hızlı ve doğru biçimde sarılması devlet ve millet olarak bizlerin sorumluluğundadır."
Asrın felaketi olarak nitelenen Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerin toplumsal hayata etkilerinin tam olarak anlamlandırılması henüz mümkün görünmüyor. Ancak bilhassa politik ve psikolojik süreçler açısından yas döneminin doğru anlaşılması sürecin bütün aktörlerince doğru yönetilmesine imkan sağlayacaktır. Görünen o ki deprem üzerinden Türkiye’deki sosyo-politik fay hatları harekete geçirilmek istenmektedir. Bu gelişmeler olası riskleri barındıran bazı olumsuz süreçlerin işareti olabilir. Bu yüzden her şeyden önce bu süreci yas süreci olarak adlandırıp ona uygun eylem ve söylem geliştirilmesi hayati önem arz etmektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında matem, kayıp ve yas olmak üzere üç farklı kavram karşımıza çıkmaktadır. Matem; belirli kültürel pratikleri, kayba verilen bireysel tepkiden ziyade toplumsal bir tepkiyi, yasın ölümle ilgili görünür belirtilerini tanımlamaktadır. Benzer şekilde yas da ölüm veya bir felaketten doğan acı ve bu acıyı belirten davranışlar olarak ifade edilmektedir. Kayıp ise; anlamlı olarak görülen bir şeyden gerçekten mahrum kalmak veya mahrum kalmış gibi bir algıya kapılmak şeklinde tanımlanmaktadır.
RUHSAL YARA
Her kayıp bireyi ve toplumu kaçınılmaz bir keder içine sürüklemektedir. Her kayıp aynı zamanda tüm geçmiş kayıpları canlandırmaktadır. Fakat her kayıp “tam olarak yası tutulabildiği takdirde” aynı zamanda bireysel/toplumsal büyüme ve yenilenme için bir araçtır. Yası tutulamayan ve eksik kalan kayıplar eksiklik ve tamamlanmamışlık hissini toplumlarda devam ettirir.
Yüzyılın felaketi bölgede doğrudan 13.5 milyon ve akrabalık ilişkileriyle 30 milyon insanımızı, elbette tüm Türkiye ve kültür coğrafyamızı etkilemiştir. Deprem nedeniyle bir yakınını, ailesini, evini, eşyalarını ve anlam yüklediği her şeyi “beklenmedik/hazırlıksız” bir şekilde kaybeden insanlar travmatik bir yas süreci içindedirler. Ozanlarımız, yazarlarımız bu türden kayba “ruhsal yara” adını verirler. 13.5 milyon insanımız şu an yaralıdır. Unutulmamalıdır ki enfekte olmuş bir yaranın iyileşmesi, temiz olan bir kesiğin iyileşmesinden daha uzun zaman alır. Fiziksel ve ruhsal anlamda bu yaraların en hızlı ve doğru biçimde sarılması devlet ve millet olarak bizlerin sorumluluğundadır.
Yas süreci normal şartlar altında ilerlediğinde (beklenen bir ölüm gibi) zaten ortaya çıkan durum normal yas olarak adlandırılır. Fakat kayıplar; doğal afet, ani ölüm, acı bir şekilde katledilme vb. durumlar nedeniyle ortaya çıktığında normal yas yerini travmatik/komplike/karmaşık yas sürecine bırakır. Dolayısıyla doğrudan 13.5 milyon dolaylı 30 milyon insanımız normal yas değil, travmatik/karmaşık yas süreci içinde iken bütün millet olarak da gönül yası içindeyiz. Dahası bu süreçte pek çok insanımızın her biri yaşadıkları bölgeden başka bir bölgeye zorunlu olarak göç etmiştir. Yaşadıkları kayıp acısının üzerine bir de “sıla hasreti” eklenmiştir.
HAYATTA KALANIN SUÇLULUĞU
Yas sürecinin travmatik/komplike olmasının bir diğer önemli nedeni; bireylerin ve toplumun yas tutmak için zaman ve mekana gereksinim duymalarıdır. Birçok din ve kültürde cenaze törenlerinin varlığı aslında normal yas sürecinin başlaması ve devam etmesi içindir. Bu afette binlerce insanımız acı bir şekilde can vermiş ve kayıpların çokluğu nedeniyle dini ve geleneklere uygun ritüeller tam olarak yapılamaksızın hızlıca defnedilmiştir. Devlet bu süreçte durumun vahameti ve defin şartlarında ortaya çıkması muhtemel olumsuzlukları dikkate alarak acil eylem planını devreye koymuş, elinden geleni ve üzerine düşeni yapmıştır. Fakat bu durum; depremde yakınlarının cenazelerine katılamayan, baş sağlığı dileklerini kabul edemeyen ve daha da önemlisi son kez onu görüp vedalaşamayan insanlar için ilerleyen süreçte zorlaştırıcı birtakım faktörler ortaya çıkarabilecektir.
Depremden doğrudan etkilenen insanlarımız, şu anda öncelikli olarak fiziksel ihtiyaçlarını (yeme-içme, barınma vs) gidermekle meşgul olmaktadır. İlerleyen zamanlarda yasa ilişkin bu duygularının ve eksikliklerinin ortaya çıkması aşamalı bir şekilde muhtemel görünmektedir.
Deprem felaketinden duygusal anlamda sadece o bölgede yaşayanlar etkilenmemiştir. Bu topraklara ve bu millete kendini ait hisseden her bir fert yastadır. Nitekim gerek sosyal medyada gerek televizyon ekranlarında aziz milletimizin hassasiyetlerine ve duygu yoğunluğuna gözyaşlarıyla şahit olunmaktadır. Milletimiz ve kültür coğrafyamızın her bir tarafı örneğin Azerbaycan’dan kimseler o bölgeye gitmek, gidemiyorsa yardım malzemeleri göndermek için seferber olmuştur. Ölen her bir canla toprağa girmiş, kurtarılan her bir canla yeniden hayat bulmuştur. Yemek yemek, açık havada dolaşmak, sıcak evinde oturmak gibi günlük hayatın aktiviteleri dahi toplumsal anlamda bireylere bir suçluluk hissi yüklemiştir. “Hayatta kalanın suçluluğu” olarak yas literatüründe yer alan bu kavram şu an itibarıyla Türk milleti açısından kullanılabilecek bir tanımlamadır.
Toplumsal yası kolaylaştırmak, bireylerin uyum süreçlerine destek olmak adına; yasın evrelerini bilmek ve buna göre hazırlanmak oldukça önemlidir:
ŞOK VE İNKAR
Kaybın ya da kayıp tehdidinin gerçekleştiği andan itibaren başlayan kriz dönemindeki kederdir. Beden ve zihin kedere karşı direnir. Acı gerçek özümsenince kriz dönemi sona erer. Fakat ölümü kabul etmek yas sürecini bitirmez ikinci evreye geçişi sağlar. Bu birinci evrede; bireyler şok ve uyuşukluk duygusu içinde kendi kayıplarını bir kenara bırakıp başkalarına yardım etmeye, çevrelerinde olup biteni uzak ve silik olarak görmeye başlar. Depremde bütün ailesini kaybeden amcanın çorba dağıtması, saatler geçse de enkazın önünde aile yakınlarını beklemesi vb. Bu aşamada insanlar için gerekli olan tek şey onlara doğrudan maddi olarak dokunmak ve ihtiyaçlarını gidermektir. Bunun dışında onları etkilemeye dönük her türlü retorik-propaganda ve tebliğ faaliyeti boşa uğraştır. Ancak doğrudan değil ama dolaylı olarak gönül yası tutanların da bu durumda söze değil bilfiil icraata odaklandıkları ve en ufak aksaklığı sair zamanlardan çok daha fazla duygusal tepki ile karşıladıkları bilinmelidir. Bu dönem kişilerin çoğunlukla aklı ile tavır belirledikleri bir süreç olmayıp genel itibarıyla duygularının arkasından yürüdükleri bir süreçtir. Bu nedenle alınganlık ve kırılganlıklar da üst düzeydedir.
FERYATLAR HOŞ GÖRÜLMELİ
Öfke evresi ise kaybı kabul aşamasından itibaren başlar ve “neden ben/biz?” sorusu eşliğinde devam eder. Doğal afetlerde bireyler ve toplumlar öfkelerini Yaratıcı güce, devlete, binayı yapan mühendise, geç gelen ambulansa veya yardıma yöneltebilirler. Hatta bazen öfke duydukları şey direkt kendileri de olabilir. Bu nedenle içinden geçilen şu günlerde deprem bölgesindeki insanlarımızın birçoğunun şu anda bu aşamada oldukları göz önünde bulundurulmalıdır. Öfke döneminde topluma ve devlete düşen sakin kalmak ve çözüm önerileri sunmaktır. Yaşanan afetin boyutları oldukça büyüktür aynı minvalde bireylerin dünyasında yer açtığı yıkımlar da derindir. Her bir vatandaşın duygusu ve tepkisi sağ duyu ve hoş görü ile karşılanmalı, onlara umut verilmelidir. Cenaze çıkan evdeki kişinin feryadı, diğerleri tarafından bazen haddi aşsa da hoş görülür/görülmelidir. Aşırı duygusallıkla dile getirilen kimi tepkilerin doğrudan gerçekle ilgili değil ama onu yaşayanın ruh dünyasıyla ilgisi asla unutulmamalıdır.
BUGÜNLER DE GEÇECEK
Pazarlık evresi şeklinde adlandırdığımız süreçte acı biraz daha hafiflemiş, bireyin ve toplumun duyguları sakinleşmiştir. Ancak yasın 5 evresinden 3.’sü olan pazarlık, kişinin hem kendisi hem de çevresiyle “her şeyin düzeleceğine” dair pazarlık yaptığı anlardır. Ben böyle davranırsam, geçecek…” gibi cümleler sıklıkla yas evrelerinin pazarlık aşamasında kurulur. Pazarlık evresi devletin maddi ve manevi gücünü her yönden bireye hissettirmesi gereken bir dönemdir. Birey umut, hayata yeniden bağlanma, toplumla yeniden bağ kurma, milletine ve devletine güvenme noktasında asla soru işaretleriyle karşılaşmamalıdır. Birey bilmelidir ki; sabrettiği takdirde maddi ve manevi yaraları sarılacak, bu günler de geçecektir. Ülkemizde bireyler bu aşamayı daha kolay aşacak görünmektedir. Hem millet hem de devlet elindeki bütün imkanları seferber ederek meseleyi halledecektir. Burada bireylere ilişkin verilecek mesajlar artık somutun yanında geleceğe ilişkin umut dolu imkan ve söylemler üzerine inşa edilmelidir.
İÇE KAPANMA EVRESİ
Artık kaybın geri gelmeyeceğini kabullenmiş ve inkar etmeyen biri vardır. Ancak mutsuzluk ön plandadır. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı düşüncesi hakimdir. Kişi çevresiyle iletişime geçmekten kaçınır, kendini kapatmaya başlar. Ruhsal bir çöküntü hali hakimdir. Bu dönemde devlet, sadece maddi anlamda değil, manevi ve psiko-sosyal yönlerden de insanımızı desteklemelidir. Bireylerin bu süreçte barınma gibi en temel ihtiyaçlarının giderilmiş olması ve geçici barınaklarına yerleştirilmiş, bir düzen kurmuş olmaları oldukça önemlidir. Fiziksel ihtiyaçların giderilmesi ne kadar hızlı ve programlı olursa; manevi ve psikolojik ihtiyaçlar da o kadar hızlı giderilecektir. Milletimizin dini tevekkülü ve teslimiyetinin güçlü olduğu bilinmekle birlikte sıralamaya mutlaka dikkat edilmelidir. Önce fiziki samimi destek, fiziki ihtiyaçlar, geleceğe umut ve manevi destek birbirini takip etmelidir. Abartılı, rencide edici, göze sokucu her türlü şov içerikli söz ve yardımların her kimden gelirse gelsin bu aşamada ters tepeceği bilinmelidir.
YAS NE ZAMAN BİTER?
Duygusallıktan ziyade aklın öne geçmeye başladığı, geleceğe dair umutların yeniden kurulabildiği, planların yapıldığı, kişinin öfke ve mutsuzluğu geride bıraktığı dönem kabullenme evresidir. Kabullenme aşamasına girilmiş olması ile birlikte eski yaşantının devam ettirilmesi gerektiğini kişi algılamaya başlamıştır. Yas sürecinin son evresi olan kabullenme ile birlikte kişi eskisi gibi sosyal olma eğilimi gösterir. Yüzyılın felaketi diye nitelendirilen bu süreci yaşayan insanlarımızın bu aşamaya gelmesi normalden biraz daha uzun sürebilecektir. Her şeyden önce bireylerin geçici konutlarından devletin kendileri için inşa edeceği evlerine girmesi bu sürecin ilk basamağı olacak ve bu süreci olumlu anlamda hızlandıracaktır.
İnsanlar gibi toplumlar da yas tutar. Bu aziz millet gerektiğinde acıyı bal eylemesini bilmiş ve yaşadığı zorluklarla en güçlü şekilde baş ederek dünyaya örnek olmuştur. Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, 15 Temmuz’da verdiğimiz binlerce şehide rağmen her bir zorlukta gösterilen birliktelik ve dayanışma ruhu milletimiz adına birer destan olarak insanlık tarihine geçmiştir. Yaşanan bu badireler, verilen mücadeleler ve ortaya çıkan sonuçlar bize tecrübe olarak kalmış, direnç noktalarımız her yaşanan travmada daha da güçlenmiştir.
Devletimiz, halkın yaşadığı bu acıyı bir nebze de hafifletmesi ve hayatta kalan yakınlarına psikolojik destek verilmesi adına depremde can veren insanlarımızın defnedildiği alanları, toplu mezarları usulüne uygun şekilde düzenlemeli, çiçeklendirmelidir. Yası tutulmayan her kaybın ve travmanın toplumsal hafızada derin izler bırakacağı ve kötü hatırlanacağı unutulmamalıdır. O nedenle şimdi ve daha sonra yüzyılın felaketinin yası tutulmalı, toplumun duygularını bastırmasına veya ertelemesine neden olunmamalıdır. Bitmeyen yasların bitmeyen şiddetin kaynağı olmasının önüne, devlet ve millet olarak geçilmelidir.
Nihayet en önemli husus yas sürecinin en önemli bileşeni güvene dayalı ilişkinin tesisidir. Bu bağlamda depremin ilk gününden itibaren resmi ve sivil toplum kuruluşları ve burada çalışan ekiplerin her ferdi, birer unutulmaz kahramanlar olarak ele alınmalıdır. Özellikle genç kuşak bu organizasyonlarda aktif olarak görev yapmış, çok başarılı işler çıkartmış ve geleceğe ilişkin umutlarımızı güçlendirmişlerdir.