Minibüs köy girişinde, kahvehaneye yakın bir yerde duruyor. İniyoruz, biraz ileride okul görünüyor. Kahve önünde oturan gençler ve yaşlılar var. Yabancı olduğumuzu anlayıp anlamsız anlamsız bakıyorlar. İçlerinden birisi siz yeni atanan öğretmenlersiniz herhalde deyip yanımıza geliyor. Eşyalarımızı alıp bizimle birlikte okula kadar geliyor.
Müdürün odasına gidiyoruz. Müdürün ismi Naim. Uzun boylu, güleç yüzlü bir adam. Hoş geldiniz diyor. Kendisini tanıtıyor. Birazdan zil çalıyor ve diğer öğretmenler de geliyor. Hoş beş ve hal hatır sormalar ile herkes birbirini yokluyor. Hüsnü hoca, Nazım hoca, küçük boylu Müjgan öğretmen hepsi çok sıcakkanlılar.
Nebahat, Müjgan hocanın evine yerleşip kiraya ortak oluyor. Evleri deprem evleri, baraka şeklinde. Daha önce yaşanan bir büyük deprem sonucu tek katlı baraka tipi konutlar inşa edilmiş. İki oda bir salon. Okulun lojmanı var ama lojmanda müdür bey kalıyor. Bazen dışardan kadın misafir geldiğinde ben Naim hocalarda kalıyorum.
Hüsnü hoca ile iyi anlaşıyoruz. Bir gün kahve önüne gidiyoruz. Gençler futbol oynamak üzere hazırlanmış sahaya gidiyorlar. Uzun süredir futbol oynamamışım hasret çekiyorum. Hüsnü hoca ile gençlerin arasına katılıp takımları kurup maça başlıyoruz.
Performansımdan hiçbir şey kaybetmemişim. Gençler şaşırıyorlar benim oynadığım futbol karşısında şaşkına dönüyorlar.
Köyün futbol takımı var. Resmi bir takım değil, normal kendi aralarında kurdukları bir futbol takımı. Zaman zaman köyler arası maç yapıyorlar. Köyler arası maçlara ben de katılıyorum. Öyle ki beni almadan maçlara çıkmıyorlar artık. Takımı sürükleyen kişi oluyorum. Her maçta birkaç gol attığım gibi sonucu belirlemede etkili bir oyuncuyum. Bazan Bingöl'de kaldığımızda köyde maç oluyor. Beni mutlaka çağırıyorlar. Ben de elimden geldiğince maçlara katılıyorum. Her maça köyden kadınlı erkekli gelen seyircilerimiz var. Tezahürat yapıp bize moral veriyorlar. Sanki resmi maçlara çıkmışız hissine kapılıyorum.
Hüsnü hoca bir gün bizi evlerine yemeğe davet ediyor. Nebahat, ben ve Hasan Yılmaz birlikte yemeğe gidiyoruz. Evleri askeriyenin yanında özel olarak depreme dayanıklı yapılmış dubleks bir ev. Ev ahalisi bizi olağanüstü bir ilgi ile karşılıyor. Annesi esmer, tombul, güler yüzlü bir kadın. Sarılıp öpüyor bizi. Babası biraz otoriter bir görünüme sahip. Belki de kaşlarının kalınlığı ve duruşundan kaynaklı. Tanışınca anlıyoruz ki, güler yüzlü hoş sohbet bir adam. Kardeşleri Burhanettin, Selahattin, Burhan hepsi de çok içten davranıyorlar. Bir de evde sürekli gülücükler dağıtan, hep gülen ama hiç konuşmayıp arada bir yemek getirip götüren, hizmet eden sonra kaybolan bir kadın var. O kadın kim, kimse tanıştırmadığı için bilmiyoruz kim olduğunu.
Hoş sohbetler yapılıyor, çaylar-kahveler içiliyor ve geç saatlere doğru Müsaade isteyip kalkmak istiyoruz. Fakat yatıya kalmamız için çok ısrar ediliyor, Hasan Yılmaz olmasa o ısrarlara dayanamaz mutlaka kalırdık.
Nebahat, Çeltiksuyu köyünde öğretmenliğe başlayınca Hüsnü hoca ile samimiyeti ilerletiyoruz. Gerçekten hem kişilik, hem aile olarak çok güven veren insanlar. Artık her hafta sonu Bingöl'deyiz ve Hüsnü hocalarda iki gün misafir oluyoruz. Öyle ki, Hüsnü hocanın annesi ve aile bireyleri dört gözle hafta sonunu bekliyor. Bize özel yemekler hazırlanıyor, üst katta bir oda Nebahat ile bana tahsis ediliyor. Her hafta onlarda kalıyoruz.
Okullar bitiyor. Nebahat öğrencilerine karnelerini dağıtıyor. Hüsnü hoca ile birlikte Bingöl'e gidiyoruz. Memlekete döneceğiz ama vedalaşmak zamanı. Önce öğretmen evinde tanıdık arkadaşlarımızla vedalaşıyoruz. Sonra Hüsnü hocalara gidiyoruz. Vedalaşacağız ama bırakmıyorlar. Valizlerimizi alıp, üst kattaki odamıza taşıyorlar. Öyle sıcakkanlılar ki kendi evimizi aratmıyorlar. (DEVAM EDECEK)