27 Aralık 1936'da vefat eden, döneminin en güçlü kalemine sahip, ufku geniş, imanı sağlam bir yazar, veteriner hekim, öğretmen, iyi bir hatip, hafız, Kur'an mütercimi olan milli şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy, ölüm yıldönümü nedeniyle rahmetle anılıyor. O sadece ölüm yıl dönümlerinde hatırlanacak bir insan değildir. Her zaman gündemimizde olması gereken, gelecek nesillerimize her yönüyle örnek gösterebileceğimiz, abide bir şahsiyetti. Onu bir makalede veya birkaç saatte anlatmamız ve anlamamız mümkün olabilirmi?
Düşman istilasının memleketimizin her tarafını kara bulutlar gibi sardığı o sıkıntılı günlerimizde köy, kasaba, şehir demeden dolaşarak ateşli konuşmalar yapmak suretiyle milletimizi milli mücadeleye teşvik ve motive eden milli şairimizin Balıkesir ve Kastamonu konuşmaları zihinlerimizde hâlâ canlılığını korumaktadır.
Milli şairimizin çok fazla konuşulmayan ve gündeme getirilmeyen yönlerinden birisi; Milli mücadele yıllarından sonra yaşadıkları, şahit oldukları ve vefasızlıklardan dolayı hayal kırıklığına uğramasıdır. Milli şairimiz Kur'an-ın "Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne iş de idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik." diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. (Nisâ 97) İlahi emri gereğince, 1923 yılında Abbas Halim Paşa'nın da daveti üzerine, doğup büyüdüğü ve çok sevdiği yurdundan ayrılarak Mısıra hicret etmek zorunda kalmıştır.
Vatan hasretine dayanamayarak bir yıl sonra baharla birlikte ülkesine gelmiş, değişen bir şeyin olmadığını görerek son güz tekrar geri dönmüştür. Ertesi yıl 1925'in baharında tekrar memlekete döner ve 1925 Ekimi'nde bir daha dönmemek üzere gider. Memleketinde yaşama şartları kalmayan o büyük şair, en olgun ve verimli yıllarında eşini ve çocuklarını da alarak üzgün bir şekilde hicret yolunu seçmiştir. Sebeplerden birisi ise, dergisi "Sebilürreşad" kapatılmış, işi ve geliri de yok. Mısır'a gitme işini bir daha gözden geçirsen diyen arkadaşına "Devamlı polis takibatı altındayım. İstiklâl marşının şairi tutuklandı dedirttiripte, bu millete bir de bu acıyı yaşatamam." Demiştir. Ömrünü inanç değerleri, ahlak ilkeleri, milleti ve ülkesi için mücadele ile geçiren milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, yine bu değerleri uğruna memleketinden hicret etmek zorunda kalmıştır. İşin diğer acı bir yönüde milli şairimizin kendisine vefa gösterilmediği gibi çocuklarına da sahip çıkılmamış oğulları ve kızları da sefalet içerisinde ölmüşlerdir.
1908-1923 yılları arasında 6 şiir kitabı yayınlayan, o kabına sığmayan hakkı savunan, haksızlıklar karşısında kükreyen insan, sonraki yaklaşık 11 yıllık çileli ömründe ise sadece tek bir kitap yayınlayabilmiştir. Bu süreçte yazdığı kitabının başına aldığı şiir ise "Hüsran"dır.
Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslam'ı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.
Yoktur elemimden şu sağır kubbede biraz;
İnler "Safahat"ında ki hüsran bile sessiz.
Karanlıklar, ışıklar, gölgeler, sussun ki, Allah'ım,
Bütün dünyayı inletsin benim secdem, benim ahım.
Diyen milli şairimiz secdede Allah'a dua ve niyazını böyle dile getirmiştir. Kendisi 40 yaşından sonra Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız olmuştur. İleri derecede Arapça biliyordu. Mısır'a son gideceği sırada, Diyanet Riyaseti tarafından, kendisinden Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye tercüme edilmesi istenmişti. Tercümeyi bitirdiği günlerde, namazlarda ayetlerin Türkçe anlamlarının okunmasının zorunlu hale getirileceği yönündeki kanun hazırlığı yapıldığının haberinin gelmesi üzerine, tercümeyi göndermekten vazgeçtiği bilinmektedir. Nihayetinde 1931 yılının ramazan ayında İstanbul'un büyük camilerinde Kur'an-ın Türkçe tercümesi ile "Aşır"lar (Kur'an-dan bölümler) okutturulmuş, sonraki yıllarda da tekrarlanmıştır.
Merhum Akif 1936'da hastalanarak yurda dönerken, tercüme ettiği Kur'an mealini dostlarından müderris ihsan efendiye bırakarak, dönersem alırım." Diye vasiyet etmiştir. O abide şahsiyet, Şefik Kolaylı beyin 2 yıl emek verdiğiniz Kur'an mealini neden vermediniz sorusuna "Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem namazlarda Türkçesini okutmaya kalkacaklar. Ben o zaman Allah'ımın huzuruna çıkamam ve peygamberimin yüzüne bakamam." Dediğini rivayet eder.
O aynı zamanda inancının gereği olarak mütevazı bir insandı. Şiirlerinde benlik, enaniyet, çıkar ve menfaatçilik olmayan, kendinden bahsettiği zaman aciz, fakir ifadelerini kullanan, hakkı savunan, zalimi asla sevmem, gelenin keyfi için kalkıpta geçmişe sövemem diyen bir şair. Bir gencin niçin sakal bırakmıyorsunuz demesi üzerine "Evladım henüz o olgunluğa erişemedim." Diyerek mütevazılık gösteren diğer taraftan aklınca onu küçük düşürme hesabı yaparak baytarmışsınız öylemi diyen birisine ise; "Bir yeriniz mi ağrıyor acaba?" diyerek anladığı dilden cevap verme ferasetine sahip olan bir şair ve edip.
Eğilmeden, bükülmeden, onurundan, inanç değerlerinden, islami kimliğinden ve kişiliğinden, asla taviz vermeden, sıkıntılarına rağmen ilkeli bir hayat çizgisi takip eden, gelecek nesillerimize örnek gösterebileceğimiz ve gösterdiğimiz Milli şairimizi ölüm yıl dönümünde rahmetle, minnetle anıyoruz. Ruhu şad mekânı cennet olsun.