İskilip'e gittiğimde en çok istediğim caddede, sokakta geçmişi yaşamaya çalışmak, taş kaldırımlarda yürümek, eşi dostu ziyaret edip, çayını içmektir.
Daha sonra parka gidip, havuzun başında oturmak, geçmişi yâd etmektir.
İskilip'te yaşanan yoğun göçten dolayı, caddede, sokakta dolaşan çok az kişiyi tanıyorum. Tanıdıklarım daha çok çarşıdaki esnaflardır. Esnafların halen çoğunu tanıyorum.
Yıllar önce yazın İskilip'e gittiğimde, çarşıda arkadaşlarla buluşup, parkta havuzun başına oturmaya gittik. Havuzun başı da doluydu. Parka gelip oturmayı herkes arzu ediyordu.
Biz arkadaşlarla sohbet ederken, bizi gören diğer tanıdık arkadaşlardan da masamıza gelenler oldu. Masanın etrafı tamamen dolmuştu. Sohbetimiz koyulaşmış, İskilip'in sorunlarını, İskilip için neler yapılması gerektiğini konuşuyorduk. Yanımızdaki masada yalnız başına oturan birisi "Sohbetiniz çok güzel. Bende sizin sohbetinize katılabilir miyim?" dedi.
Bizde "tabi" diyerek masamıza davet ettik. Hemşerimiz yanımıza gelince şunları anlattı:
-Ben Meydan Mahallesi’ndenim. İskilip'te doğup büyüdüm. Askerden gelince çalışmak için İstanbul'a gittim. Bir gemide iş bulup, çalışmaya başladım.
Gemi ile İstanbul'dan çıkınca, iki üç ay sonra ancak geri dönüyorduk. Daha sonra İskilip'te bulunan annemi babamı da kaybettim. İskilip'te evimiz, bağımız, bahçemiz vardı. Birisinin bunlara sahip çıkması gerekiyordu.
İskilip'e gelerek, mahallemizin hatırı sayılır bir büyüğüne noterden vekâletname verip mülklerim ile ilgilenmesini istedim.
Aradan 20 yıl geçmişti. Evlenip çoluk çocuk sahibi oldum. Eşime, çocuklarıma İskilip'i anlatır, evimin, bağımın, bahçemizin olduğunu söylüyordum.
Çocuklarım "Baba İskilip'e gidip evini barkını gör, işlerini hallet gel" dediler.
Artık İskilip'e ailecek gelip, çocuklarımla buraya yerleşmem mümkün değildi.
Üç gün önce İskilip'e geldim. Önce evimi görmeye gittim. Evde oturanlar vardı.
Kapısını çalarak evde oturanların kim olduğunu sorduğumda "Evin sahibi olduklarını, yıllar önce vekâlet verdiğim kişiden evi satın aldıklarını bildirdiler."
Vekâlet verdiğim kişinin evine gittiğimde kendisinin öldüğünü öğrendim.
Ertesi günü tapuya giderek durumu tetkik ettiğimde, bütün mülklerimin 15 yıl önce satıldığını, hiçbir şeyimin kalmadığını tespit ettim. Dünya başıma yıkılmıştı.
Ne yapacağımı, kime ne diyeceğimi şaşırdım.
Güvendim, hayal kırıklığına uğradım. Bunları sizin ile paylaşmak, birazda olsa rahatlamak istedim" dedi.
Hepimizde anlatılanları büyük bir hayretle dinledik. Hayatta öğreneceğimiz daha çok şeyler vardı. Dertli hemşerimizi teselli etmeye çalıştık.
Havuz başı sohbetimiz bu şekilde sona erdi ve parktan ayrıldık. Yaşayan herkesin kendine göre bir hikâyesi vardır. Önemli olan yaşanılanlardan ders alınmasıdır.
İskilipli yetkililere iletmek istediğim bir husus var. Parkın park olarak korunmasını, masa sandalye koymak için güllerin çimlerin kaldırılmamasını istiyorum. Park sit alanı olarak ilan edilip, hiç kimsenin burada değişikliğe gitmemesinde, buraya bina yapılmamasında yarar var.
Büyüklerimizin anlattığına göre, parkın olduğu yerde önceden cami varmış. "Konağın önü" tabirinin kaynağı olan hükümet binasını, bizim kuşak rahatlıkla hatırlar.
Yine bu alanda hapishane vardı. Parkın altındaki halk evi kompleksi yıkılmayıp, korunabilseydi diye de düşünüyorum.
Burada bulunan kütüphaneye ortaokul öğrencileri girebilirdi. İlkokulda okuyanlar içeri alınmazdı. Kaçak köçek kütüphaneye girer, soluğu Doğan Kardeş ansiklopedilerinin başında alırdık.
Hayat ansiklopedileri ise okul için başvuru kaynağımız olurdu. İçeri girince kitaplar burcu, burcu kokardı.
Bazen de ansiklopediye bakarken dışarı atıldığımız olurdu. Üniversite de okuyan ağabeylerimizden ders çalışmaya gelenler, nakış yapar gibi satırları kırmızı kalem ile çizerek ders çalışırlardı. Onları böyle ders çalışmasını gıpta ile izlerdim.
Biz ansiklopedi hasreti ile büyüdüğümüzden, çocuklarıma üç çeşit ansiklopedi almıştım. Çocuklar yalnız resimli bilgi ansiklopedisine ilgi gösterdiler. Diğerlerine doğru dürüs bakmadılar bile. Bende hepsini toplayıp İskilip Kütüphanesine hediye etmiştim.