Şehirlere göçün başlamasıyla beraber köylerimiz birer birer boşalmaya başladı. Taşı toprağı altın diye Büyükşehirlere hücum edildi. Kimisi orada ayakları üzerinde kalmayı başarıp daha iyi imkanlara kavuşurken, kimisi de Ferdi Tayfur'un ''Hadi gel, köyümüze geri dönelim'' şarkısını söylemek zorunda kaldı. Çünkü şehirde su para, yol para, hal para, hela para. Birde çağın musibeti koronavirüs çıktı başımıza. Maalesef taş yerinden oynadı bir kere hesabı, dönüşte pek gerçekleşmedi. Babalar istese de çocuklar razı olmadı…
Köylerdeki göçün sillesi öncelikle okullarımıza vurdu. Zira köylerimizde bir veya birkaç öğretmen görev yaptığı zamanlarda, lojmanlar yetersiz kalırken, okulların bahçesi cıvıl cıvılken, milli bayramlar farklı anlam kazanırken, okullar öğrenci yokluğu nedeniyle kapanmaya başlayınca, günden güne viraneye dönüşüverdi. Belki ilk zamanlar geri açılır zannıyla daha titiz korunmaya çalışılırken zamanla öğrenci ve öğretmenlerden ümit kesilince okullarda ister istemez viraneleşti.
''Çalışmayan motor pas tutar'' misali, içinde öğrencisi olmayan okulların damında baykuşlar örtmeye başladı. Bacalar tütmedi, kiremitler çatladı, camlar kırıldı. Bazen de o okulda okuyan babaların çocukları, torunları bilinçsizce zarar veriverdi. Bu durumdaki okullarımızın, sınıflarında, bahçelerinde in cin cirit atıyor. Giriş kapısındaki boyası ağarmış tabelası şehirden gelip bayramdan bayrama önünden geçenlere garip garip bakıyor. Belki de lisanı haliyle ''bir zamanlar ne idiniz, şimdi ne oldunuz*'' diye sitem ediyor. Kapatılan okullarımızın bir kısmı köyün diğer ihtiyaçları için kullanılırken bir kısmının da seçimden seçime kapısı açılıyor. Temizlik görüyor…
Vesselam kapısında tabelası olupta, içinde öğrencisi olmayan, virane olmuş veya olmaya aday okullarımızı görünce inanın içim yanıyor. Geçen internette köyümün okulunun resmini görünce, beni aldı götürdü 45-50 sene öncesine… Öğrendim ki, okulda yıkılmış şimdi ve aşağıdaki şiiri yazdırdı garibe.
NE OLDU SANA?
Sana ne oldu böyle, okulum?
50 yıl önce, sınıfları geç
Bahçene bile sığmazdık
Arkadaşlarla, öğretmenlerimizle
Oynadığımız oyunlara doymazdık.
Bazen köyün Muhtarı gelirdi,
Zihin problemi sorardı da bize
Şaşırıp cevap veremeyince,
Ceza verirdi öğretmen hepimize
*
Allah aşkına söyle,
Sana ne oldu böyle?
Damında baykuşlar ötüyor,
Pencerende camlar,
Çatında kiremitler kırık
Etrafında in - cin yok
Her taraf sessiz
İmam, öğretmen, polis,
Müftü, uzman, mühendis
İlk defa göndermiştin ya şehirlere
Bir günden bir güne ziyaret edipte,
Sana vefa borçlarını ödediler mi? Söyle!
Biliyorum, üzmemek için hep sukut edersin
Ey garip okulum! Ama unutma ki, sukut ettikçe,
Sen de hep benim gibi, kendinden yersin
Velhasıl dert büyük ben aciz, haddimi bilirim
Sen benim en yaramazlık yıllarımda kahrımı çektin
Uzaktan da olsa, önünde daima saygıyla eğilirim
*
Yıllanmış yaranı açmak istemezdim
Tek edilmişliğine sessiz de kalamazdım
Boş ver olsun, hiç olmazsa içimi döktüm
Özelde sensin, genelde tüm köyler
Virane olmuş, hala oluyor birer birer!
Ne garip bir durum değil mi?
Hem şehirleri plansız doldurduk,
Hem de hepimiz şikâyetçi olduk.
Sizi bilmem amma, galiba bence,
Köylerimize, okullarımıza birazcık
Vefasız kaldık…
Ömründe köyünü görmemiş torunlara
Rastladık…Atalarına üzüldük
Ağladık… Ağladık… Ağladık…
NOT: Bu arada Antalyalı Durmuş Öney, (1965 yılı) - Malatyalı Turgut Eraslan, Konyalı Yaşar Çetinkaya (1971yılı) Trabzonlu Gürol Küçükyılmaz (1980 yılı) yıllarında köyümüzde öğretmenlik yapmış ve hiç unutamayan öğretmenlerimizi buldum. Özellikle 80 yaşına merdiven dayamış (rahmetli oldu) Durmuş öğretmenimizin sosyal medyada ne zaman okul resmi paylaşsam veya iki cümle yazsam ''Canım Okulum, ne olur sahip çıkın'' yorumu beni çok etkiliyor. Maalesef sahip çıkamadık, yıkılmış öğretmenim demeye dilim gitmiyor. Öğretmen; okulunu, öğrencisini sevdiği kadar öğretmendir. (Hayatta olan iki ilk öğretmenime kitabımı göndermek nasip oldu)