13 Mart 1992 cumayı cumartesine bağlayan soğuk bir kış akşamı. Ankara Mamak muhabere okulunda kısa dönem olarak vatani görevimizi yapıyoruz. Ülkemizin farklı bölgelerinden arkadaşlarımız var. Hep beraber kantinde oturuyoruz. Hem sohbet ediyor hem de televizyon izliyoruz. Birden ''bir dakika, sessiz olun'' diye bir uyarı sesi. Aman Allah'ım bu da ne! İzlediğimiz televizyon kanalında son dakika haber olarak bir alt yazı geçiyor. ''Akşam saatlerinde, Erzincan'da 6,8 şiddetinde deprem meydana geldi. Erzincan yerle bir oldu. Şehirde elektrikler kesildi, telefonlar kilitlendi, yakınlarından haber alamayan diğer illerde yaşayan Erzincanlılar bulabildiği her türlü vasıta ile Erzincan'a ulaşmak için yollara döküldü ...'' Mutlu bir ortam içerisinde böyle şok bir haber bir anda hepimizi derinden acıya boğdu. Ancak içimizde Erzincanlı Ayhan Yüzer (şimdi öğretim görevlisi) diye bir arkadaşımız var. O daha farklıydı. Çünkü atalarımız '' ateş düştüğü yeri yakar' 'demişti. Televizyondaki o abartılı son dakika alt yazı tabiri caizse önce onu yakmıştı. Yerinde duramıyor ''Annem, babam, ağabeylerim, ablalarım gitti…'' diye içini yiyordu. Bizlerde o haberi okuduktan sonra arkadaşımızı nasıl sakinleştireceğimizi doğrusu bilemiyorduk. Televizyonlar hep abartır, yüz bin nüfuslu Erzincan'ın hepsi yıkılacak değil ya, bir şey olmamıştır diyerek teselli etmeye çalışsak ta nafile. Zira o alt yazıdaki ''Erzincan yerle bir oldu…'' haberini bir kere görmüş ve annem, babam, ağabeylerim, ablalarım gitti diye kafasına takmıştı. Kafasında olan tek düşünce buydu. Hemen telefon kulübesine koştu ama görüşebilmek ne mümkün, sanki otomatiğe bağlanmış mübarek. Her aradığında ''Aradığınız istikametteki tüm hatlar doludur, lütfen daha sonra tekrar arayınız '' uyarısı. Arkadaşımız, Erzincan ve diğer illerdeki tanıdıkları dâhil hiç kimseye ulaşamıyor ve demek televizyondaki haber doğru ki, diğer illerdeki akrabaları da Erzincan'a gitmek için yollarda diye düşüyordu. Asker olduğu için belirli resmi prodüsür tamamlanmadan bırakıp ta gidemiyor. Ayrıca gecenin yarısı izin verilse ne yapacak, araba bulma imkânı zaten yok… Erzincanlı arkadaşımız, çaresiz bir televizyon ekranına bir telefon kulübesine koşuyor ve onunla beraber nöbetçi komutanımız ve tüm arkadaşlar onun acısını kendimizde hissediyoruz. Cumartesi sabahı verilen izin neticesinde, inşallah korktuğun gibi değildir bir şey yoktur dileklerimizle arkadaşımızı televizyonların yerle bir oldu diye duyurduğu memleketine uğurluyoruz. Onun o çaresizliğini asla unutamıyorum. Televizyon kanalının ''Erzincan yerle bir oldu'' haberlerinin ardından, günler sonra net rakam açıklandığında görüyoruz ki, sadece 653 kişi hayatını kaybetmiş.
*
Bir kaç yıl önce, hastanede doktor beklerken yaşlı bir teyze, ''evladım, dört tane çocuğum arabaya binip gezmeye gitmişlerdi. Ana yüreği çocuklarım yanımda olmazsa, telefon çalınca açmaktan korkarım. Acaba acı bir haber mi gelecek diye. Evde otururken telefon çaldı ve ben ahizeyi kaldırdım. Karşıdan arayan kişi, çocukların kaza yaptı dördü de yaralı der demez sanki o anda başıma sıcak su döküldü. Yere yığılmışım. Şükür çocuklarıma bir şey olmadı. Çok hafif yaralanmışlardı o da iyileşti. Ancak o başıma dökülen sıcak su var ya, hala devam ediyor. Doktor doktor geziyorum çaresini bulamadım yavrum'' diye bu ders alınması gereken başından geçen olayı anlatmıştı.
*
Bu bağlamda; yukarıdaki anlatılan olaylardan üç husus ortaya çıkmaktadır.
1) Görsel ve yazılı medyanın özellikle afetin yaşandığı ilk saatlerde deprem merkezinin dışındaki insanların panik ve korkuya kapılmasına sebep olabilecek abartılı haber vermekten kaçınması: Depremlerde görsel ve yazılı medyanın haberleri verirken çok dikkat etmesi ve abartılı haberlerden kesinlikle kaçınması gerekmektedir. Tabiri caizse insanların ilk sığınacağı, haber alacağı araç medyadır. Çünkü genelde telefon hatları ya çöker ya da 5 - 10 dakika içerisinde kilitlenir, insanlar yakınlarıyla iletişim kuramaz, onların akıbetleri hakkında bilgi alamaz. Özel arabası olanlar uykusuz, yorgun olarak yola çıkar. Trafiği tıkar, acil araçların olay mahalline ulaşmasına engel olur. Yakınlarını kaybetme korkusu veya hız limitlerine uymadan bir an önce ulaşmak adına trafik kazalarına sebep olabilir. Arabası olmayanlar terminale koşar, bilet bulamaz, sağlıklı haber alamaz ve psikolojik bunalıma girer.
2) Deprem sonrası, başkalarını düşünerek telefonlarla çok kısa konuşulması: Depremlerden sonra insanlar hemen telefonların başına koşar. Bir kısmı şanslı olup ilk dakikalarda yakınlarına ulaşabilir. Yakınlarının sesini duyduktan sonra örneğin, öğrencisiniz ve bulunduğunuz şehirde deprem meydana geldi. Ama sizde hiçbir şey yok. ''Anneciğim, beni merak etmeyin, şükür hiç bir şeyim yok telefonu kapatalım ki başkaları da görüşebilsin '' diyebilmeliyiz.
3) Acı bir haberi telefonla verirken çok dikkat edilmesi: Artık herkesin elinde cep telefonu var. Örneğin, bir trafik kazasına şahit olursunuz ve bakarsınız ki araçtakilerin hepsi ölmüş. O anda araçta bulunan cep telefonu çalabilir. Orada bulunan birisi çalan telefonu açtığında, ben oğlumu aramıştım, yanlış aradım her halde deyince, yok doğru aradınız. Şu plakalı araç kaza yapmış biz görünce yardım edelim diye durduk deyip, karşıdaki kişi kalp hastası mı, tansiyonumu var hesap etmeden araba hurdaya dönmüş, üç ölü var, derse karşıdaki kişi de telafisi mümkün olmayan hastalıklar bırakabilir. Bunun örneklerini zaman zaman televizyonlarda görüyor gazetelerde okuyoruz.
Sonuç olarak, abartılı haber vermekten, afetlerde telefonları meşgul etmekten ve acı haberleri pat diye telefonda söylemekten kaçınılmalı. Yani insan, her bildiğini söylememeli fakat ne söylediğini bilmeli…
*
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nasihatin yer aldığı ''Mahirane Söylemler'' kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek (benden imzalı olarak 40 TL) temin edebilirsiniz.