1980'li yıllar. Mustafa Hoca, Çorum İmam Hatip Lisesinde küçük kardeşiyle beraber yatılı olarak okuyordu. Mustafa Hoca, babalık anlayışı ile daha çok fedakârlık yaparak kardeşine sahip çıkmaya çalışıyor, bir şey alacak olsa çoğunu ona veriyordu. Soğuk bir kış günüydü. Ders çıkışı, Osmancık arabalarının geçmesi dolayısıyla özellikle Osmancıklı öğrencilerin tercih ettiği Yazıçarşı'da bulunan kahvaneye gittiler. Biraz kuytu bir alana oturdular ki, masalarına gelen olmasın. Çünkü büyük ağabeyin cebinde sadece üç çay parası bulunuyordu. Dördüncü kişi gelse çay parasını ödeyemeyecekti.  İşte bu tedirginlik içinde iken masalarına bir iki üç tane daha arkadaşları gelip oturdu. Garson ise biraz asabi, acımasız tipti. ''Çay içer misiniz?'' diye sormadan getirip masaya çayları bırakırdı. Hatta soba başında fazla oturursalar, ikinci üçüncü çayları cebren içirirdi…
Mustafa Hoca, çayını bitmesin diye yavaş yavaş yudumlarken diğer taraftan -Allah'ım, ben ne yapacağım. Şimdi bu çayların parasını nasıl vereceğim, borcum olsun desem garsondan fırça yiyeceğim- diye çoktan terlemeye başlamıştı bile. İşte bu duygular içerisine dalmışken, Osmancık minibüsü geldi. İçinden, daha üst dönemlerden olan, sevdiği saydığı hemşehrisi İmam Nuri Maraz Hoca indi. O da kahvaneye yöneldi. Mustafa Hoca, bunu görünce ''Eyvah! Bu da bizim masaya gelirse, ne olacak halim'' diye bir kat daha terlemeye başladı. Nuri Hoca kahvaneye girdi. Kapıdan şöyle bir içeriyi süzdü. Baktı okuldan arkadaşları dip köşede onların masaya yöneldi. Ayağa kalkıp buyur ettiler. Garson hemen çayları önlerine dayadı. Hesap daha da yükseldi.
Nuri Hoca, -durumu anladı- daha çayını yudumlamadan Mustafa Hocayı dışarı çağırdı. Cebine, şimdi karşılığı ile bir maaş kadar olan para koydu. Dedi: ''Bu falan zenginin zekâtıdır. En layık olan da öğrencidir. Sende yine ölmüşlerine bir Yasinişerif okursun…''
İçeri masaya geçtiler. Tabiri caizse Mustafa Hoca sevinçten uçacak gibi oldu. ''Garson, bizim çayları tazele… Yanına simitte koy…''  Tabi sonunda, tüm çayları, simitleri -ben misafir olsam da, siz öğrencisiniz deyip- Nuri Hoca ikram etti. ''Cebi güçlü olanın çenesi de güçlü olur'' misali masaya neşe geldi. Uzun uzun sohbet ettiler. Sonra vedalaştılar.
Mustafa Hoca, oradan ayrılır ayrılmaz doğru camiye gitti.  Önce abdest aldı, akabinde iki rekât şükür namazı kıldı. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Secdeye kapandı. ''Rabbim, Sen ne büyüksün. Biz aciz kullarına şah damarımızdan bile yakınsın. Darda kaldığımızda, çaresiz olduğumuzda, ümitlerin tükendiğinde beklenmedik yerden kapılar açıyorsun, kullarını daraltmıyorsun…'' diye içinden geçenleri rabbine şükür olarak arz eyledi.
Mustafa Hoca'da emekli bir İmam-Hatip olarak hayatı boyunca bunu unutmadı. İmkânlarını zorlayarak nerede bir ihtiyaç sahibi öğrenci görse, çekinmeden elini cebine attı. Çam sakızı çoban armağanı misali bir şeyler kattı. Vesselam vefasızlık göstermedi. Başka bir ifade ile bugünün rahatlığı o günlerin sıkıntılarını unutturmadı. Bu da takdire şayandır tebrik ediyorum.  (Maalesef bu nokta da çok unutanlar, halk tabiri ile ne oldum delisi olanlar var)
Özetin Özeti: Dinimizde zekât önemlidir. Mala bereket, Müslümana hareket getirir. Yeter ki yerini bulsun. Hele şu zor günlerde gerçekten ihtiyaç sahibi olan öğrencilere (Gönülden gelenin azı çoğu olmaz. İhlası olur. Bazen bir simit/e, bir çaya, bir çorbaya paha biçilemez. Hepsi o an ki, bazen/e bağlıdır) el uzatabilmek veya en azından keşke imkânım olsa da diye arzu edebilmek çok önemlidir.
*
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve -hikâyeden şiire sızan- Susamak ve Depremle Yaşamak kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek, benden imzalı olarak veya Osmancık'ta Topçuoğlu Mağazası'ndan temin edebilirsiniz.