Değerli okuyucularım, ne zaman eğitim üzerine yazı kaleme alacak olsam heyecanlanırım. Yarım asra merdiven dayamaya hazırlanan ve rabbimin lütfuyla az veya çok farklı meslekleri icra etme imkânına sahip olan biri olarak tüm bilgilerimi, tecrübelerimi gözümün önüne getirmeye çalışım ki, ustası önemli olmasa da çıkacak eser kayda değer olsun.
Bugün ki yazımda sizlere köyümüzde öğretmenlik yapan ve 42 yıl sonra yeni iletişim kurma imkânı bulduğum Malatyalı Turgut Erarslan ile Konyalı yaşar Çetinkaya'dan, diğer taraftan 30 sene önce Çankaya'nın göbeğinde görev yapan ama öğrencisinin geleceğini mahveden bir yakınımın öğretmeninden bahsedeceğim. Yazılarımın müdavimleri bilir ki, kaleme aldıklarımı ya yaşadım ya çevremde gözlemledim ya da sağlam kaynaklardan dinledim.
1990-2000 yılları arasında Osmancık ve Mecitözü ilçelerinde ortaokullarda / liselerde dışardan öğretmenlik yaptım. Sonradan da kendimi eğitim camiasının içinde buldum. Yüzlerce eğitimciye hizmetiçi semineri verdim. Yine öğrenci- öğretmen karışımlı gruplara binlerce konferanslar verdim. Tatbikatlar yaptırdım. Her daim haddini ve hesabını bilen birisi olarak bu nokta da yazı yazma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Gönlüm ister ki; geleceğimizin mimari öğretmenlerimizin maddi- manevi özlük hakları hak etiği şekle erişsin. Ama bunun yanında bakırla altın fark edilsin… Bakırlar altına doğru yol alsın. Ümit ederim faydalı olur.
46 YIL ÖNCE DAĞ KÖYÜ’NDE BİR ÖĞRETMEN:
İlçeye 23 km uzaklıkta bulunan, patika yollardan yürüyerek 4-5 saatte gidilebilen, dört tarafı ormanla çevrili, muhafazakâr, yeniliklere kapalı örf ve adetlere bağlı, keşfedilmeyi bekleyen şirin bir Anadolu köyü. Bunun yanında yolu, elektriği, telefonu olmayan, bu zamana kadar hiç memur çıkaramamış ama öğretmenlere karşı tarifi mümkün olmayan sevgi taşıyan bir köy. Yıl 1972 köye iki öğretmen atanır. Yaşları henüz 20-21 dir. Köylünün gözünde ikisi de daha çocuktur. Gurbet ellerden gelmişler yazıktır. Köy halkı ikisini de bağrına basar. Akşam sofrasına davet edemezse gündüz çocuğundan mayalı çöreğini gönderir. Öğretmenlerde nankörlük yapmazlar. Köyün ufkunun açılması için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Köyün gençlerini avuçlarının içine almasını becerirler. Sonra biraz kafası çalışan çocukların anne- babalarına: 'Ne olur bu çocuğu okutalım. Memur olsun. Hem kendini hem de sizi kurtarsın. Daha da önemlisi köye örnek olsun' diye uğraşı verirler. Çünkü köylü vatandaşı ikna etmenin en kolay yolu komşusunun çocuğunu örnek göstermektir. O zaman benimki de öyle olsun ister. Netice de öğretmenler, birkaç çocuğun ilçede ortaokula yazılmasına vesile olurlar. Bunlardan biri de abimdir. Bu öğretmenlerin sayesinde 1985 yılında İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesini bitirip MAKİNE MÜHENDİSİ olarak falanın çocuğu okudu dedirterek köyün ufkunu açmıştır.
Abim üniversite son sınıfta iken, rahmetli babam hasta yatağında 'ölürsem Muzaffer'e haber vermeyin. Derslerinden kalmasın' diye vasiyet etti. Dediği gibi de oldu. Babam o ara rahmetli oldu. Bir iki ay sonra abim diplomasıyla geldi. Babama göstermek nasip olmadı ama köye örnek oldu. Ondan sonra köyden imamdan- müftüye, polisten- doktora, memurdan - amire, bakkaldan- iş adamına kadar birçok insan çıktı.
Aman Allah'ım bu ne sevgidir böyle! Geçen yıl rahmetli olan Mustafa Şekerci amcamız son nefesinde bu öğretmenleri sayıklamış. Bunu öğrenen öğretmenimiz oturmuş ağlamış… Geçenlerde görüştüğümüzde tarifi mümkün olmayan mutluluk yaşadı. Köy ne kadar mahrumiyet olursa olsun, insanlar sıcak olursa toz yollar asfalt olur, ahşap evler villa olur' misali ilk göz ağrısı olan köyümüze en kısa sürede geleceği sözünü verdi. Bizde heyecanla bekliyoruz…
35 YIL ÖNCE ÇANKAYA'DA
BİR ÖĞRETMEN:
Her meslek sorumluluk ister. Lakin öğretmenlik, imamlık bir başka sorumluluk ister. Bu iki grup düzgün olursa toplumun düzelmesi çok kolaydır. Çünkü biri bebeleri diğeri babaları yetiştirir. Bu bağlamda iki çocuğum eğitim fakültesini tercih ederken eğitimin içinde bir baba olarak 'idealist bir öğretmen olacaksan tercih et, yoksa el âlemin bebeğin vebaline girme' diye telkinde bulundum. Mesleğinin başında olan öğretmen çocuğumda o havayı hissetmenin mutluluğunu yaşıyorum. Allah daim etsin.
Anne - baba okula gitme imkânı bulamamış. Ankara- Çankaya ilçesine 45 yıl önceden yerleşmiş. Çarşı da levhaları bile okuyamamanın ezikliğini hissettiklerinden çocuklarının okuyabildiği kadar okumalarını arzu ederler. İlk çocuklarını okula yazdırırlar. Öğretmen bayandır. Belki de köyden gelen adetle ve çocuklarıyla daha iyi ilgilenmesi için öğretmenle samimi olmaya çalışırlar. Okul evin karşısında, öğretmenin küçük çocuğu var. İlk dönemlerde ihtiyaç oldukça yakınımın evine bırakır. Aradan biraz zaman geçince bakar ki aile cahil ama öğretmene karşı samimi. Bunu kendi lehine çevirmek adına çocuğu usanmasın diye yakınımın çocuğuna ödevini yazar eline verir ve eve göndermeye başlar. Dersi yapsa da yapmasa da hep aferin yazar. Anne - baba da öğretmen bizim çocukla daha iyi ilgileniyor zanneder. Zaman geçtikçe çocuk derslerden soğumaya başlar. Tabiri caizse dersten ziyade evde öğretmenin çocuğunu avutmaktan zevk alır. Nasıl olsa hep te aferin alıyor. İkinci üçüncü sınıfa geldiğinde anne çocuğunun okula gitmek istemediğinden şikâyetçi olur. Bunun üzerine öğretmen:' SENİN ÇOCUĞUN OKUMAZ' deyiverir. Sonuç mu? Çocuk ilkokulu zoraki bitirir. Ve cahil anne: 'Aman Allah'ım bu ne kolay kelime böyle / dayıları köyden üniversiteye giderken, benim çocuğum Demirel'in mahallesinde okuyamadı / senin hiç mi vebalin yok öğretmen bir söyle?/ vebali günahı üzerine' Diye mırıldanır…
Diğer iki çoğunda akıllanır. Biri tek, diğeri iki üniversite birden bitirir. Her lafı çıktığında çocuğunu okuldan soğutan öğretmene gıyaben birkaç cümle söyler… Vesselam;
*
Öğretmen tanırım,
Annenin geldiği dağ köyünde 46 yıl öncesinde her türlü imkânsızlığa rağmen üniversiteye uzanacak yola adım attıran, köyün ufkunu değiştiren,
Öğretmen tanırım,
35 yıl öncesinde her türlü imkânın içerisinde Çankaya'da DEMİREL'İN mahallesinde cahil anne-babanın ilk çocuğunun İLKOKUL MEZUNU kalmasının müsebbibi olan,
Öğretmen tanırım,
30 yıl öncesinde Kargı ilçesinin dağ köyünden öğrencisini alıp Ankara'ya sınava götüren.
Öğretmen tanırım,
30 yıl sonra Çorum merkezde bunu anlattığımda 'ben olsam köyden bile buraya getirmem' diyen.
Öğretmen tanırım,
Birinci sınıfa giden çocuğun annesine, 'boşa uğraşmayın bu sümüklü okumaz' diyen.
Öğretmen tanırım,
Aynı çocuğu, ikinci sınıftan itibaren okutup, şimdi Ankara Tıp Fakültesine gönderen.
Öğretmen tanırım,
Yorulmadan, hiç emek vermeden kestirme yoldan sistemden şikâyet edip duran,
Öğretmen tanırım,
Sistemin eksikliğini de öğrencinin lehine çevirmek için fedakârca çırpınıp duran,
Öğretmen tanırım,
Afetlerde kendimi, arabamı kurtarırsam bana ne bunlardan hocam, diyebilen.
Öğretmen tanırım,
Depremlerde, yangınlarda önce öğrencilerini kurtarabilmek için çabalayan,
Öğretmen tanırım,
Okuttuğu çocukların akıbetini merak edip ailesine ince ince soran,
Öğretmen tanırım,
Öğrencilerinin akıbetini bir defa olsun merak edemeyen,
Öğretmen tanırım,
50 yıl geçse de ismi bir türlü hafızalardan silinemeyen,
Öğretmen tanırım,
Daha 40'ı çıkmadan unutulup giden.
Akıbet;
Bir nesli, ihya eden… Berbat eden.