Bayramların hayatımızda önemli bir yeri vardır. Bayramlar vesile kılınarak çalınmayan ziller çalınır, açılmayan kapılar açılır. Öpülmeyen eller öpülür. İçilmeyen çaylar içilir. Alınmayan gönüller alınır, bazen de o gönüllerden çıkılmaz artı veya eksi olarak bir ömür boyu kalınır. Diğer taraftan bayram ziyaretleri insanları tanıma noktasında da önem arz eder. Özellikle ilçelere, köylere doğru gidildiğinde yazıyı çiziyi sevenler, toplumda olup bitenlere farklı gözlükten bakmaya çalışanlar için epey malzeme verir.
Anadolu insanı doğaldır, candandır, misafirperverdir. İyi dediği zaman kolay kolay kötü demez, kötü dediği zamanda iyi demez. Halk tabiri ile lafını çekmeden, toplum içinde kırılır mı kırılmaz mı diye düşünmeden LOMBUDA konuşabilen bir yapıya sahiptir. (Kilosu olana çok şişman, zayıf olana hasta mı, kısa olana cüce gibi, uzun olana sırık gibi türü takılmalar özellikle çocukları bayram ziyaretlerinden soğutmaktadır.)
Özellikle köylerde, ilçelerde bayram için diğer şehirlerden gelen akrabalarının, köylülerinin üniversitede okuyanlarına, amir - memur olmuş çocuklarına, damatlarına, gelinlerine ayrı bir önem verir. Bayram ziyareti nedeniyle kapısını açan o öğrencilere, gelinlere, damatlara 70'lik teyzemiz, amcamız 'OĞLUMUZ, GELİNİMİZ HOŞ GELDİN' deyip bir anne-baba sıcaklığıyla sarılmaya çalışırken, diğer taraftan ta ikram için tabiri caizse pervane olur. Kendince değerli olan ceviz, sucuk, bal, pestil turşu, kabak, süt, yoğurt vs. türü elinde eteğinde ne varsa sofraya döker. Dökmekle de kalmaz doğal saflığında samimiyetle ''oğlumuz, kızımız, gelinimiz HADİ YİYİVİN, YİYİVİN'' diye durmadan ısrar eder. Bu kadar doğal saflığında misafirperverlik her millete nasip olmaz. Bu olsa olsa öz benliğini kaybetmemiş güzel ülkemin güzel insanlarına nasip olur. Temennimiz bu güzel hasletlerin şehirleşmenin getirdiği apartman hayatıyla beraber kaybolmamasıdır.
Bir öğretmenimiz çocuklar, şunu asla unutmayın: ''İnsan, makamla mekânda farklı olmalı. Makamdaki ciddiyet mekânda (evine gelen misafirlerine) aynı olursa kibir olur. Evdeki samimiyet makamda aynı olursa bu seferde görevde ciddiyetsizlik oluşur. Gelecekte farklı görevlerde olacaksınız, bunun için terazinin okkasını iyi ayarlamanız gerekir '' diye nasihatte bulunmuştu.
Bizim nesil misketle büyürken, şimdiki nesil disketle büyüyor. BİZ ANNE - BABALAR ÇOCUKLARIMIZI GALİBA İYİ YETİŞTİREMİYORUZ. Bu değişim hayatın her alanında açıkça fark ediliyor. İsterseniz bu konuda yukarıda izah etmeye çalıştığım mevzu ile ilgili olarak bir örnek vereyim. Büyükşehirde memur - amir olarak görev yapan oğlunuz, kızınız, geliniz veya damadınız bayram ziyareti için köye geldi. Bayram günü köydeki akrabanızın veya sevdiğiniz bir komşununuz evine giderken gurbetten gelen çocuklarınızı da götürdünüz. 60-70 yaşındaki teyzemiz, amcamız kapıda sizleri ve misafir çocuklarınızı görünce bir taraftan 'O… BUYRUN, BUYRUN derken, diğer taraftan hanımına: 'Hanım bak ağır misafirlerimiz gelmiş. Malının gittiğine bakma, yüzünün ağardığına bak. Dökül saçıl' türü samimiyet esprileri yapıyor. Bu arada teyze de geldi, '' yavrum hoş geldiniz, sefalar verdiniz' diyerek sarılıyor. Ama oğlunuz, kızınız, geliniz, damadınız zoraki sarılıyor. Kurulan sofraya oturmaya gerek duymuyor. 'Ben tokum, onu sevmiyorum' diyor. Peşinden teyze başka bir şeyler ikram etmeye çalışıyor ama aynı tür gerekçeler. Kızınızın veya oğlunuzun başka şehirden; öğretmen, hâkim, savcı, doktor vs. olan eşleri o ortamda yaşça en küçükler. Fakat gelin görün ki, 70'lik ninemiz veya dedemiz sofra kurmak için koştururken, çay dökmeye çalışırken bizimkiler yerinden oynamıyor. Daha da olmadı ' benim çayım açık olabilir mi?' türü konuşabiliyor. Çocuklarınızın bu rahatlığı karşısında siz anne- babalar için için kendinizi yiyorsunuz. Belki de çocuklarınızın o açığını kapatma adına anne-baba olarak siz yardım etmeye çalışıyor ve lisani halle, ''KIZIM SANA SÖYLÜYORUM, GELİNİM SEN ANLA'' diye haykırıyorsunuz ama NAFİLE… Tabi bu arada siz evden ayrıldıktan sonra teyzemiz - dedemiz, ''Oğlan iyi de, gelin çok kibirli veya gelin iyi de damadı kibirli'' türü dedi - kodu yapmaya. Diğer taraftan da bir daha bayrama geldiklerinde o kadar samimi olmaz. Belki de mecburiyetten evin kapısını açar ama gönül kapısını kapatır. Bulduğu her fırsatta olumsuz reklamını köye, mahalleye yapar…
Cemal Süreyya Darphane müdürüdür. Hiç sevmediği Maliye Bakanı bir gün teftişe gelir. Darphanenin her tarafını gezer, bir ara şaire sorar:
- Açmadığınız kapı kaldı mı?
- Cemal Süreyya'nın cevabı şöyle olur.
- Size bütün kapılarımızı açtık. Biri hariç!
- Bakan şaşırır ve merakla sorar:
- Hangi kapıymış o?
- Kelimelerin ustası acılı sözle karşılık verir;
- Gönül kapımız!
İsterseniz yukarıdaki örneği tersine çevirelim. Sofra kurulurken kızınız, gelininiz hemen yardıma koşuyor. Oğlunuz, damadınız çayları doldurmaya yardım ediyor. Sofra kaldırılmasına yardım ediyor, olmadı ''teyze bulaşıkları ben yıkayım'' diyor... Bunu duyan teyzemiz, dedemiz % 90 ''YAVRUM KESİNLİKLE OLMAZ, BEN SİZE KIYAMAM, SONRA YAPARIM'' diyerek çalıştırmaz. Annenize, babanıza dönerek: ''Allah başa kadar versin. GELİNİN - DAMADININ KIYMETİNİ BİL. ALTIN GİBİ ÇOCUKLAR'' diyerek iltifat eder. Sizin bu duyarlığınızı gören ve iltifata şahit olan anne- babalar kim bilir ne kadar sevinir. Siz evden ayrıldıktan sonra teyzemiz, dedemiz muhtemelen ''Ahmet A'gil tam geline, damada düşmüş. Çocuklara baktın mı, insan evladı. Sanki yıllardır bizimle beraberler. Kocaman memur (hâkim, savcı, doktor, hemşire, öğretmen vs) ama hemen mutfaktaki bulaşığa girişiverdi…'' türü olumlu düşüncelerle köye, mahalleye reklam yapar…
ÖZETİN ÖZETİ: Çocuklarımız biz anne- babaların en kıymetli değerleridir. Onları hayata tutunmuş veya memur - amir olarak görmek her anne babanın ölmeden önceki hayalidir. Başka bir ifade ile yavrularımızın BİRİNCİ olması iyidir. Ancak bir -İNCİ olarak birinci olması (aile bireyleriyle gittiği ziyaretlere üst kademede amir-memur olsa da uyum sağlaması, mütevazı, samimi olması, yaşça en küçükse yardıma koşması) daha iyidir diye düşünüyorum.
Yıllardır toplumda yaşanan olayları gözlemleyen biri olarak bazen göz gördü bazen kulak duydu ve bir bayram sonrasında anne-babalara ve çocuklarımıza faydalı olabilir niyetiyle kaleme alındı. Temennim o dur ki, BÜYÜKLER gelecek bayramlarda ziyaretler sonrasında çocuklarımızı ve onları yetiştiren anne-babalarını güzel düşüncelerle yâd etsinler…
Unutmadan üzülerek söyleyeyim, 20-25 yaşına gelip te ilçe kabristanında ebesinin dedesinin, teyzesinin, halasının mezarının yerini bilemeyen / gelecek te hiç merak etmeyecek bir nesil geliyor… Bu günler belki daha iyi günlerimiz… Rabbim ahirimizi hayr eyleye…