Çocuğun her yaşında mutlaka bir eğitim süreci vardır. Emeklemekten yürümeye, hecelemekten cümleleri sıralamaya kadar her şey mutlaka zaman ve sabır ister. Bir yaşında konuşmaya başlayandır vardır, beş yaşına kadar konuşamayanlar da. Bu konuda zorlamanın hiçbir yararı olmamaktadır.
Okumak da böyledir. İlk senenin ilk aylarında okumaya geçen çocuklar hep parmakla gösterilir. Bütün sınıfın onun gibi olması istenir. Onun geçmişi üzerinde hiç durulmaz. Sonradan okumaya geçenlerden birilerinin sınıf birinciliği alacağı, o dönemlerde ön görülemez. Ama pek çok örneğine rastlanır.
Bir arkadaşım vardı; beş sene okula devam etti ama adını soyadını yazmayı bile öğrenemedi. Ama okuldan ayrılınca iyi bir inşaat ustası oldu. Ailesini geçindirecek iyi bir gelirle hayatını sürdürdü. Ama aldığı parayı bile saymayı bilmiyordu.
Yine bir arkadaşım vardı; dört sene uslu bir öğrenciydi. Son sınıfta okulun pencerelerini taşlayarak okumaya isyan etti. Beşinci sınıfa pek devam etmese de diplomasını verdiler. O da sebzecilikle hayatını sürdürdü.
O yıl Tanyeri İlkokulu'ndan mezun olan öğrencilerin üçte ikisi ortaokula devam etmek istemedi. Her birisi bir ustanın yanında çalıştı, meslek sahibi oldu. Sosyal hayatta onlarla dostluğum hep devam etmiştir.
Öğrencilik yıllarımda hep bütünlemeye kalan öğrencileri çalıştırırdım. Bundan hiç de bıkmazdım. Bütünlemeye kalanların ruh hallerini ve gerçek niyetlerini çok iyi bilirdim. Bir gün akrabamız Osman'ı Matematik dersinden çalıştırırken baktım ki o, beni dinlemiyor, dükkandan dışarıyı seyrediyordu. Buna rağmen ben, ısrarla bir şeyler öğretmeye çabalıyordum. İki dersten bütünlemesi vardı. Sınavlara girmiş, sıfır almış. İdareye gittim, hocam bu öğrenci hiçbir şey yapamamış mı diye sordum. Aldığım cevap, beni şok etti. "Evet, hiçbir şey yapmamış. Boş kağıt verdi" dediler. Babası okutmak istiyordu ama o, okumamakta direniyordu. Nedenini kendisine sordum.
- Ağabey, sen bana ısrarla bir şeyler öğretmeye çabaladın. Sınavda yalan yanlış bir şeyler yazmak istemedim. Verdiğim cevaplar doğru çıkarsa sınıf geçebilirim. O zaman babam beni okutur. Ama ben okumak istemiyorum. Bir an önce bir sanata devam edip meslek sahibi olmak istiyorum.
Osman, haklıydı. Niyetini açık yüreklilikle ortaya koydu. Ben de babasına bunu tavsiye ettim. Sanat sahibi oldu. Ankara ve İstanbul'da işyerleri açtı. Mesleğinin lideri oldu.
Yukarıda verdiği birkaç örnek, dünde kalmış bir hayat değildir. Eğitim, ömür boyu, asırlar boyu süren temel sorun ve temel politikadır. Eğitim, bir ihtiyaçtır. Mutlaka samimiyetle ve özenle ele alınmalıdır.
Anaokulundan Lise sona kadar bütün evreleriyle eğitimi tek tip olarak ele almak, olsa olsa dikta rejimlerinde olabilir. Yaşlara göre çocuktaki gelişim ve eğilimleri hiç göz önüne almadan tüm ülke çapında anaokulundan lise sona kadar standart bir eğitim modeli uygulamak imkansızdır.
İlkokulun zorunlu olmasını anlıyorum. Ama ortaokulun bile zorunlu olmasına anlam veremiyorum. Hele lisenin zorunluluğunun eğitime yararlarını anlatacak bir zorba ile karşılaşmak ve tartışmak bile istemiyorum.
Bu eğitim modeli; bizi üniversite önünde yığılmış, amacı ve hedefi belirsiz milyonların çaresiz bakışlarıyla karşı karşıya getiriyor. Yani bu eğitim modeli, üniversite sınavlarında bunalımı yaşayan gençler üretiyor. Çözüm için her vilayete üniversite, her üniversiteye istihdam alanı olmayan fakülte ve bölümler açılıyor. Burada tüketilen enerjiler, harcanan gençler, geleceğe karamsar bakan bir yığın yüksek öğrenim görmüş fakat amacına bir adım bile yaklaşamamış, bunalıma girmiş bir nesil izlenmektedir.
Sanıyorum bu modeli bize reva görenler, örnek aldıklarını söyledikleri ülkelerde önce sanat ve meslek eğitiminin ele alındığını iyi bilmektedirler. Ama kimden ve neden korkup da bu uygulamaya geçememekteler, anlamak zor. 28 Şubat'ta katmerleşmiş olan bu zorba sistem, ülkemizin enerjisini boşa harcamaya neden olmaktadır.
Normal dışına çıkıldığı için ilkokuldan lise sona kadar sınıf geçmeyi kolaylaştıran, bir başka ifadeyle sınıfta kalmayı zorlaştıran bir sistem uygulanmaktadır. Bunun sonucu, okula başlayan her çocuğun liseyi bitirmesi hedeflenmektedir. Bu, binlerce okul, binlerce öğretmen, binlerce heder olan milli servet demektir. O paralarla ne fabrikalar kurulur, ne yatırımlar yapılabilirdi. Bunları hesap eden yok. Eğitim gibi kutsal bir amaç için harcadıklarını sananlar, hala hayal dünyasında yaşıyorlar.
Zorunluluk, ihtiyaç miktarınca olabilir. İstemeyerek yenilen yemek nasıl bir takım rahatsızlıklara yol açıyorsa zoraki eğitim de sosyal patlamalara yol açmaktadır. Sanat ve meslek erbabı, feryad ediyor, çırak bulamıyoruz diye. Fabrikatörler bas bas bağırıyor, nitelikli eleman bulamıyoruz diye. Bir kaynakçı, iki profesör maaşı alabiliyor. Bunu duymayan yok.
Sırf bir inat uğruna bu eğitim modelinde ısrar etmek, sanıyorum çağımızın en büyük sorunu. Çözüm de zor değil. Hatalardan dönüp çözüm odaklı yeni yapılanmaya girmek gerek.