YOLUN SONU

İsrail'in, dijital saldırı ile Lübnan'da binlerce Hizbullah üyesini saf dışı bıraktıktan sonra Gazze'ye olduğu gibi bu ülkeye de hava saldırılarını başlattığı günlerde bir televizyonun ana haber sunucusu, bütün bunların nedeni olarak Lübnan'ın bir türlü ulus devlet olamayışını gösteriyor ve ulus devlet olmanın öneminden bahsediyordu. Müslümanı, Hristiyan'ı, Sünni'si, Şii'si, Maruni'si ve Dürzi'si ile birçok din, mezhep ve etnik kökenden oluşan Lübnan'ın, bir ulus devlet potasında eriyip bütünleşemediği için kendisini savunmaktan bile aciz kaldığını ve acınası durumlara düştüğünden bahsediyordu. 
Oysa İslam dünyasının siyonist emperyalizm karşısında içine düştüğü acziyetin nedeni, ulus devlet parçalanmışlığı olup, aksini iddia etmek ancak maruz kaldığımız kültürel asimilasyonun izah edilebilir. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra işgale, sömürgeleştirilmeye karşı Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi ve Sünni hep birlikte nasıl bir mücadele verildiğini herkes az çok bilir ve bununla da gurur duyarız ama koca bir imparatorluk mirasından bir ulus devlet çıkarmakla övünürken, ruhsal ve zihinsel olarak kendi kendimizi sömürgeleştirdiğimizi de bir bakıma itiraf etmiş oluruz.
Elli ayrı devletçiğin bir araya gelmesiyle kurulan ABD, bugün dünyanın karşı konulmaz gücü olarak herkesi esas duruşta bekletirken; yarım yüzyıla sığdırdıkları iki büyük dünya savaşıylabirbirlerinden milyonlarca insanı boğazlayan Avrupa ülkeleri, geçmişe sünger çekerek bir araya gelmiş ve AB adı altında birleşmişken, biz Müslümanlar emperyalistlerin aramıza çizdiği sınırlara mayın döşüyor, doğuştan gelen etnisitemizi ötekinden üstünlük unsuru sayıyor,dini, tarihi, kültürü, hatta ırkı ve dili bile aynı olan komşularımızla hiç bitmeyen savaşlarla birbirimizi tüketmeye devam ediyoruz. 
Osmanlının enkazından türetilen bütün bu devletçikler, hallerinden memnun görünselerde, İsrail'in Filistin ve Lübnan'da dört yüz küsur gündür işlediği soykırımdan çok mutlu oldukları söylenemez herhalde. Bunun için Arap Birliği ve İİT'na üye devletler defalarca toplandı ama içi boş kınamaların dışında hiçbir karar alamadılar. Ulus devlet kafasında oldukları ve dolayısı ile her biri diğeriyle ölümüne bir rekabet içerisinde oldukları için, kimse diğerinin öne çıkmasını istemiyor, herkes birbirine çelme atmakla meşgul. Kukla yöneticilerin değilse bile Müslüman halkların kulak verebileceği halife, emir ya da benzeri bir üst otorite de bulunmadığı için 2 milyar İslam alemi çaresizlik içinde olanları izlemeye devam ediyoruz. 
Siyonist işgalci rejimin bile başlangıçta bu kadarını öngörebildiğini sanmıyorum. Etrafını çevreleyen devletlerin, hudutlarını bu kadar sadık bir şekilde koruyacaklarını, kendisine yönelen füze ve dronların bu ülkeler tarafından engellenebileceğiniherhalde Siyonist katiller bile tahmin edememiştir. Gün geçtikçe daha da azgınlaşması bundan. İslam dünyasını bir daha böyle kötürüm olmuş gibi hareketsiz şekilde yakalayamayacağını, böyle bir fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini düşünerek Filistin defterini sonsuza kadar kapatmak için bir halkı yok ediyor.
Ama her işte bir hayırlı taraf vardır denir ya. Belki de bu afetin bir hayırlı yanı varsa oda insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi kavramların arkasına saklanan Batı merkezli sistemin maskesini düşürmesi ve Batının vicdanlı insanları dahil, bütün dünyanın da bunu görmüş olmasıdır. Sınırları değiştiren savaşların eskilerde kaldığı, BM kurumlarının mevcut statükonun garantörü olduğu iddiasının ne kadar kof olduğunu göstermiş olması da bir başka hayırlı sonuçtur. 
Türkiye'yi yönetenlerin son günlerdeki iç cepheyi tahkim etme çabalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu coğrafyada Türk, Kürt ve Arap tüm bölge halkları bir araya gelemediğimiz sürece, hiçbirimiz için onurlu bir geleceğin olmadığını, hatta herhangi bir geleceğimizin olmayacağını anlamış olmalıyız. Bugün nasıl üç buçuk siyoniste tüm bölge halkını aşağılatıyorlarsa, bundan ders alınmaması halinde yarın çok daha kötüsüyle karşılaşacağımızı söylemek kehanet sayılmamalı. Yıllardır eğitip, en gelişmiş silahlarla donattıkları tetikçiler o günleri iple çekiyor.
O yüzden devletin telaşı boşuna değil. Ama aynı devlet, yüz yıldır beyin yıkayarak inşa ettiği ırkçı-milliyetçilik bariyerini nasıl aşacak, kendi eliyle şartlandırdığı büyük kalabalıkları bu yeni duruma nasıl ikna edecek; bir yandan Öcalan için umut hakkından söz ederken,diğer taraftan "Seyyid Rıza da Şeyh Said de yaşadıkları dönemin hainiydi" diyerek nasıl inandırıcı olacak, doğrusu zor iş.