Gün boyu mahalle meydanı sokak aralarında türlü çeşit oyunlarla cıvıldaşırken çocuklar, ikindi vakti çarşı yolundan aşağı sert bir esinti başladı birden. Hızla hareketlenen bulutlar saatlerdir terleten güneşi perdeledi ortalık karardı iyiden! Fırtına, kasırga derken, camlar şangır şungur, kıyık kapılar şırak şırak açılıp kapanmaya, sokaktaki kağıt, çaput, teneke parçaları ne varsa havada uçuşmaya başladı! Veli Paşa Hanı yamacındaki çilingir İpsizin Ali, evin sokağa bakan penceresinden başını uzatıp sağa sola kaçışan çocuklara haykırdı;
-Elele tutuşun len, yaklaşın birbirinize, ölüzgarın nereye fırlatacağı bilin mez valla!
Parasızlıktan hayvan yerine kendisinin koşulduğu eşek arabasıyla bahçe ler altındaki tuğla, kiremit imalathanelerine yaz boyu evlerden tandır külü toplayan Külcü Gıli, fullenmiş yüküyle çocukların arasından geçerken, birkaç yaramazın arkadan aniden asılmasıyla yüke hakim olamayıp, sımsıkı tuttuğu araba oklarıyla birlikte havalandı, uçan adam misali yukarıda asılı kaldı! Dam perli kamyonun yük boşaltması gibi yere saçılan küller şiddetli rüzgarla savru lup, Gıli'nin gün boyu kapı kapı dolaşıp topladığı sermayesi "bir varmıış, bir yokmuş oldu!
Küçük zayıf çehre, çekik gözler, orta boy, nahif bedeni, başında berbat, hasır foter'iyle tipik bir Japon'u andıran adamcağız, peltek diliyle başladı söyle ne söylene çocuk gibi ağlamaya!
-Yavu ben bütün gün benden kül bekleyen patronlara ne diycem şinci (şimdi), akşama hangi parayla oturup ne yiyecem, hihihiii
Görüntü dramatik, dramatik olduğu kadar da komikti. Çevresini saran çocuklar o ağladıkça kahkahalarla gülüyor. Biri;
Gıli ağabi, o nasıl surat seninki heri, ağlıyor musun gülüyor musun belli değilki!
Diğeri- Bakın bakın la, gökten dünyaya inen uzaylı sanki!
Bir diğeri kendisine fotoğrafçı süsü vererek;
-Bay Gıli bak bana, şu havada asılı pozun var ya, çok zontilli (şahane) Sırıt sırıt hadi, dikkaaat, çekiyorum kıpırdama. Çeeektim. Bittiii.
Öteki;
-Yarın yine toplarsın gül hadi. Değil mi len bebekler hihihiii!
Çocuklar el birliği edip boşalan arabaya bu kez önden asılarak normale getirdiler onu. Gıli aşağı indi, ağlaya ağlaya çekti gitti.
Esinti daha da şiddetlendi, On ikisindeki Turşucuların deli Sevim koştu, uzaktaki çeşme yalağı başından bir anda cami önündeki musalla taşına savrulan Telli Senem'in bücür İsmail'i yakaladı. Getirip el ele halka olan kızlı erkekli gurubun ortasına attı.
-Alın tutun len bunu, çöp kağıt misali uçmasın o da havaya.
Berideki Kümbetin koca taş oluklarında sabah beri yıkanıp hasırlar, gerili sicimler üzerinde kurumaya terkedilen kilim, çarşaf, yapağı yün ne varsa hepsi, hepsi havada uçmaya başladı. Uzaktan gelen mal sahibi hanımlar, kapı eşik lerinde oturup dedikodu yapan mahalleli hatunlar kovalamaca oynar gibi birbiri ardında nefes nefese koşuyor, bir taraftan da;
-Vıyh anaaam, dalağım şişti nefesim kesildi valla.
-Yakalayın, tutun lan çocuklar, koşun koşun ha!
Diye bas bas bağırıyorlardı. Beride büyüklerin bu garip hareketlerini bir çeşit oyun sanan minikler, fırtınadan başlarına gelebileceklerden habersiz uçan kaçanların peşinde hoplayıp zıplamaya başladılar. Taş oluklardan akan suların mazgal önünde oluşturduğu gölcükte yüzen ak yeşil başlı ördekler, sinirle tıslayan kazlar ürküp havada uçuşurken Bahçıvan Pakize'nin kapı eşiğindeki doksanlık Kezik Nine, dişsiz avurtlarını geve geve;
-Kaçın kaçın ey Ümmet-i Muhammet, Afat bu afat. Selamın Kavlen bi Rab'bın rahiyim, canımız malımız sana emanet Yarabbim!
Ötede, başında el dokuması yarım döşemesiyle Kaleli Kadın, ağlayarak;
-Biz sana kulluk edemedik Yarabbi, hak ettik gazabını hak ettik. Lakin şu sabi sübyan hatırına acı acı bize ne oluuur ne olur bizi affet!
Derken, o ulu ulu dağların zirvelerinden kopup gelen koca kaya parçala rının gümbürtüsünü andıran gök gürlemeleri, sema yarılıp yanıyormuşçasına bir biri ardına çakan şimşekler ve sicim gibi bir yağmur! Çatılar şarıl şarıl. Sokak lar, bahçeler göle dönmekte. Nicesi, ellerine geçirdikleri taş, tuğla, kerpiç, tahta parçaları kiremitlerle kapı ağızlarına set yapmaya çabalıyor, pencere gerilerin den dışarıyı seyredenler dehşet ve korku içinde bildikleri duaları mırıldanıyorlar. Dört yol kavşağındaki Zübüğ'ün beş yaşındaki yaramaz Şenel'ciği, açmış pençe reyi pür neşe, haykırıyor;
-Yağmuy yağıyoy, şeller akıyoooy-
Aaayaap kızı camdan bakıyoy!
Yanı başında yüzü buruş buruş, akça tülbent, kınalı saçlarıyla, tonton Pak kız ebe;
-Vıy amaniiin dua yerine türkü çığırıyo zamane! Tövbe de kız, tövbe…
Evlerde; rahmet berekete vesile olsun, ambarlar buğdayla dolsun, diye kapı, dolapları yumruklayanlar, rüku vaziyetinde eğilip sırtlarına koydukları taş, tuğla parçalarıyla (bele bedene şifa niyazıyla) üç adım yürüyenler.
Nice sonra yağmur başladığı gibi kesildi birden. İşte teee yükseklerde yar başına takılan rengarenk çiçeklerden örülü, göz alıcı taçlar misali, o muhteşem EBEM KUŞAĞI! Tekrardan dışarı fırlayan kız ve oğlanlar, dizlerine dek sıyrıl mış etek ve pantolonlarıyla sel sularında çapuldamakta.
Sabahın köründe mahalle meydanında toplanan sürüye kattıkları hayvan larının derdine düşenler, şemsiye misali başlarına geçirdikleri çuvallarla arama -karşılamaya çıkarken, Yazı Mahalle Ateş Değirmeni cihetinden kan, ter için de nefes nefese biri geldi;
-Heeeyy ahali, Çömlekhane berisinde nice hayvan azgın sel sularına ka pılıp Derin çaya sürüklenmekte!
Koştular. Nicesi çevre evlerden temin ettikleri sicim urganlarla kement atıp birkaçını kurtarsa da, nicesi göz baka baka azgın sularda böğüre meleye telef olmakta!