İKİ HAFTA SONRA -2-
Dehşete kapılarak uçtum mu koştum mu bilemiyorum. Kapalı kapısını tekmeleyerek içeri daldım. Aman Allah'ım! Süheyla yatağın üstünde iki bük lüm. Yüzü kırmızı mor arası. gözleri fal taşı gibi dışarıda . Öksürmeye çalışıyor yapamıyor, nefes almak istiyor alamıyor. Göz baka baka boğuluyor Eli yüzü salya sümük kan: Yere saçılı haplar, bir de şişe var. Belli ki koca haplardan birini ağzına atmış boğazına kaçırıp yutamamıştı. Korku heyecanla elime ayağı ma dolaşırken aklıma sırtını yumruklamak geldi. Bir elimle göğsünden kavrayıp art ardına vurdum vurdum. Olmadı. Arkasına geçip belinden kavradım havaya kaldırdım, salladım silkeledim. Sonra İki büklüm edip berideki sandalye ---------arkalığına karnını verip iki büklüm ettim iki küreği arasına şiddetli bir darbe daha. Pırt, deyip fırladı hap ağzından aşağıya. Ooooh! Yüzü koyun düşüp bayıldı. Ben de takatsiz yıkıldım yanına. İçim geçmiş hemen. Bir nice zaman sonra gözümü açtığımda baktım kızın başı dizimde! Saçlarını kaşıyıp okşama ya başladım uyansın diye. Su kolonya derken, açtı gözlerini iyiden. Gördü ki kucak kucağa el eleyiz. Şaşkınlık ve minnetle ellerime dizlerime sarılıp tekrar tekrar öptü. Hem tebessüm ediyor hem ağlıyordu! O zalim o katı yürekli kızı gözü yaşlı gördüğüme inanamıyordum! Bak şu Mevla'nın işine. Elele tutuşup ayağa kalktık. Temiz bezlerle elini yüzünü silip temizledim onu; O;
-Sen nasıl bir insanmışsın, beni hayata döndürdün. Şimdi de munis bir ana abla gibi elimi yüzümü paklıyorsun. sen benim durumumda olsaydın ben aynısı nı yapmazdım sana. Ama açık seçik ve resmen sen düşmanının hayatını kurtardın. Sana can borçluyum. Oysa iki yıla yakındır hayatı zehir ettik anamla sana.
-Üzülme geçti, sen bütün bu sözleri samimi içten söylüyorsan artık sen de iyilerdensin. Hani Rahmetli Meliha anam derdi ki bazen; "Kızım Allah bir ayetinde; "Bilmezsiniz sizin şer bildiklerinizde hayır ola." Bak ben sana senin kanını akıtıp senden öç almak için geliyordum. Baktım, ilahi adalet tecelli edi yor, benim sana yapmak istediğimin fazlasını o yapıyor. Can düşmanımın canı tehlikede! Onu ölümden kurtarmak gibi şerefli bir görev de beni bekliyor dedim. Ne yani sana öfkem var diye, ölmene seyirci mi kalacaktım deli kız?
Ayağa kalktı, ben de. Kollarını açıp tekrar tekrar boynuma boğazıma sarıldı.
-Nedimem, beni affetmen için söyle ne yapayım, ne olur ne olur söyle. Dedi.
-Şu olanlardan kimseye hiç bir şey bahsetmemeni istiyorum biiir, bir de benim bu evden en kısa zamanda kurtulmam için ne gerekiyorsa yapacaksın tamam mı?
-Ama beni bağışlarsan, benim öz ablam olursun ve de can yoldaşım Yemin ederim ki bir dediğini iki etmem. Vallahi de billahi de. Eğer yalanım varsa; "elim ayağım şöyle yamuk çarpık şallım şullum olsun, görenlerin içi yansın gözleri dolsun!"
Cadı kız o anda, alt üst bedenini, ağzı, dudak ve burnunu öyle acayip, çirkin, komik ve de insanda acıma uyandıran şekle soktu ki, güler misin ağlar mısın. Tövbe tövbe…
-Olmaz, dedim. Sen benim istediğimi yap.
-Tamam.
-Seni zaman zaman ziyaret etmeme müsaade eder misin?
-Belki zamanla.
…………….
-Eee gelin anam, emme de acıklı, heyecanlı hayat hikayen. Bu konu bitene kadar babam ve sen başka masal öykü anlatmayın ne olur? .sen ne neler çekmişsin biricik anam Babamın kitapçıdan kiralayıp ağabeyime okuttuğu romanlardaki gibi. Ama artık üzülme korkma biz varız, kimseler incitemez seni
-Değil mi baba?
-Hı öyle ya tabii.
Canım Mintaz babam, uzun cümle kurmayı, fazla konuşmayı pek sevmezdi. Hitap ve suallerimize ekseri o meşhur kelamıyla yanıt verirdi.
-Öyle ya tabii.
-Evet evet, bizim fakiranede hepimizin takma ikinci bir adı vardı nedense. Babamınki, Mintaz, anamın Fadik, büyük ağabeyimin Hongüdü, ortancanın Cinik ve benimki Mestene. Esas adımızdan sonra bu ikinciler bilhassa hane halkı keyfi yerindeyken icra edilirdi. Bir çeşit cilveleşme yani.
Yavan ekmeği dahi zor temin ettiğimiz, sokak dilencilerinden ucuz parça pinçik toplama ekmek aldığımız o çocukluk günlerinde babam amelelik işi bulamadığında, Ulu Cami önündeki bir dükkanın saçağı altında seyyar ayakkabı tamirciliği yapardı kış yaz.. Kazancı iyi olduğu nadir akşamlarda bir cebi şişkince gelirdi eve. Yemekten sonra ekser yanında oturan evin en küçüğü bana,
-Cindili, cindili…
Diye bir iki çimdik atıktan sonra anama;
-Fadiiik! Cebimdekini sahana boşal da getir elleham, Derdi.
Anam, çeperi kirtişli koca bakır sahandaki kırık leblebiyi tahta kaşıkla bir bir bölüştürürken peder, çok önemli bir iş başarmışçasına bıyık altından gülümserdi. Bazen de tatlı üzerine kaymak misali kıssadan hisseli, sürükleyici bir hikaye yahut masal naklederdi. Biz üç kardeş bayram ederdik.
Ederdik de, ah o uyanık ağabeyimin (DEVELERİ) olmasa!
-Deve mi, ne alaka?
Efendim, anam çeperi kiriışli ayna gibi parlayan kalaylı sahandaki leblebileri paylaştırdıktan sonra ben tez bitmesin diye tek tek, Musa ağabeyim üçü beşini birden ham yapar tezden tükettikten sonra benimkine göz dikerdi. Sinsi sinsi yanıma sokulur. Bir elini silindir biçimi yapıp diğer avucu üstüne koyar;
-Lan oğlum şu avucumdaki kuyuyu görüyor musun, akıt içine bir avuç leblebi sana deve yapayım deve!
-Neee?
-Deve.
İnanırdım.
-Haydi, akıt akıt delik dolsun.
(Devam Edecek)