YATILI OKUMAK

İlçede okurken abimin yanında kalıyordum. Anne babanın dışında yakınında olsa başkasının yanında kalmanın zorluğu vardır. En basiti canının istemediği bir yemeği yerken bile annene yaptığın nazı yapamazsın. Bu bağlamda bende parasız yatılı sınavlarına girdim. Önce Yozgat İHL kazandım. O günün şartlarında siyasi karışıklıklardan dolayı gitmedim. Gitmediğimi gören bir öğretmen, ''sınava girip kazanıyorsunuz, sonra gitmiyorsunuz, başkalarının hakkına giriyorsunuz''  diye fırça attı. Bende gitmediğime zaman zaman pişman oldum. Tekrar sınava girdim. Bu sefer Çorum İHL kazandım. Benim için yeni bir ortam başladı. Zira Çorum İHL ülkenin en köklü okullarından birisi idi. Osmancık'tan gelen 4-5 tane arkadaşın farkı da koca okulda öğretmenler tarafından hemencik fark edilmişti. İlk okunan Tefsir yazılısından sınıfta en yüksek puanı 'sekiz' ben aldım. Bu da bana ayrı bir güven verdi. Sonra gerisi geldi.
O günün şartlarında pansiyonun durumu pek iç açıcı değildi. Bina koğuş sistemi idi. Ortaya demir dolaplar konmuş ve 120 kişi aynı ortamda kalıyorduk. Sabah dışarı çıkıp geri döndüğümüzde kokudan adeta burnumuzun direği kırılırdı. Demir ranzalarda altlı üstü yatar, bir dolabı dört kişi kullanırdık. 
Sabah namazına, nöbetçi öğretmen ranzalara tek tek vurarak -arada fırça atarak- kaldırırdı. Bir sabah rahmetli Ozulu Hoca kaldırırken 'off' demişim, bunu duyunca ''zorunan mı getirdik, işinize gelmiyorsa çekin gidin'' diye fırça attı. Bende bunun üzerine ilk ''Ozulu Hoca'ya Hiciv-name'' şiirimi yazdım. Kırk yıl sonra bunu rahmetli Ozulu Bey'e ''şiir yazmama siz sebep oldunuz, teşekkür ederim'' diye anlattım.

En büyük problemlerden biri de banyo idi. Hamam yatakhane dışında bulunuyordu. Çoğu zaman soğuk su akarsa sıcak su akmaz, sıcak su akarsa soğuk su akmazdı. Her öğrencinin de çarşı hamamına gitme imkânı yoktu. Hatta bir dönem içerisine iskele kurulu vaziyette -öğrenci mağdur olmasın zannıyla olmalı- iken altında banyo yapardık. Bir ampulün bile 15-20 gün takılmadığını, yarı karanlık ortamda sağa sola sendeleyerek kullanmak zorunda kaldığımızı üzülerek hatırlıyorum. Mezun olacağımız zaman yatakhane altına kabinli banyo yapılınca ne kadar çok sevinmiştik ama biz gidiyorduk.
Yemekhanede ki sıkıntılar da daha farklı idi. Çeyrek ekmek verilirdi. Hepimiz gariban köy çocuğuyuz, ikiye bölünce biterdi. Dolayısıyla doymazdık. Ekmek dolabından ekmek almaya daha doğrusu çalmaya gider o zamanda aşçı elinde kepçe ile kovalardı.
Boş derslerde veya tatillerde soğuklarda Osmancık arabalarının geçtiği -belki bir tanış görürüz diye- Yazıçarşıda ki  kahvaneye gider kuytu köşelere otururduk ki, garson görüp ikide bir çayı önümüze koymasın, para vermek zorunda kalmayalım.
Öğrencilik yıllarımda kâğıt, kalem, sabun, tarak gibi şeyleri toptancıdan alır iki arkadaş okulda satardık. Öğrenci bazında güzel de para kazanırdık.
Bu yaşadıklarımızın etkisi ile o zamanlar ''on tane çocuğum olsa birini yatılıya vermem'' diye ahdetmiştim. Yıllar sonra milli eğitim müdürlüğünde göreve başlayıp pansiyonlara denetime gittiğimde öğrencilere ilk sorduğum soru ''ekmekte kısıtlama var mı, doyuyor musunuz?'' oldu.
Özeti: Her yaşanan zamanına göre değerlendirilir. Bizim maruz kaldığımız zorluklara bizden öncekiler daha fazla maruz kalmışlardır. O günden bugünlere çok değişim yaşandı. Bugün ki pansiyonlarımız ekseri çoğunlukta otel konforunda olup arzu edilen her türlü imkânlar sağlanmaktadır. Öğrenciye düşen sadece bir /inci olarak emek vermektir. Hele yeme içme hususunda hiçbir masraftan kaçınılmamaktadır. Buna rağmen de rahatsızlık duyanlar vardır ve daima olacaktır. Hatta bir öğrenci yurdunda sabah kahvaltısında 16 çeşit verilir. Buna rağmen iki öğrenci durmadan şikâyetçi olur. Bunu duyan müdür öğrencileri çağırır. ''gençler, ben düşünüyorum on yedinci çeşit bulamadım, siz söyleyin de onu da kahvaltıya ekleyelim'' deyince, özür dilerler. Bir daha eleştirmekten vazgeçerler. Çünkü insanoğlu ekseriya nankördür. 
O günün zor şartlarını yaşamasaydık bugünün rahatlığını yakalayamazdık. Diğer taraftan anlatacak anılarımız güdük kalırdı. Öğrencilik psikolojiyle o gün eleştirdiğimiz hocalarımıza bile bugün saygıda kusur etmemeye özen gösteriyoruz. Olması gereken budur. 
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve -hikâyeden şiire sızan- Susamak, Depremle Yaşamak ve Kazalar geliyorum Demez kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek,  (150 TL) benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.