Köşe yazarımız Eğitimci-Yazar Av. Ömer Kılıç, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in ‘Vicdan Zorbalığa Karşı’ adlı romanından örnekleme yaparak, Gazze’de süren soykırıma bir kez daha dikkat çekti.

İşte Ömer Kılıç’ın o yazısı:

“Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in, Fransız reformcu din adamı Jean Calvin tarafından 16. yüzyıl Cenevre’sinde kurulan teokratik diktatörlüğü anlattığı biyografik romanının adıdır, Vicdan Zorbalığa Karşı. Kitapta Calvin’in farklı yorumladığı Protestanlığın çeyrek yüzyıl boyunca Cenevre halkına Katolikliği bile nasıl aratır hale getirdiği çok çarpıcı sahnelerle anlatılır.

Kendisinden farklı düşünen hiç kimseye tahammül göstermeyen, kendi din yorumunun tartışılmasına hiçbir şekilde izin vermeyen Calvin, acımasız karakteriyle idealindeki dindar-ahlaklı toplumu oluşturmak için terörün her çeşidine başvurur. Onlarca kişiyi astırır, onlarcasını da yakarak idam ettirir. Mutlak otoritesi altındaki Kilise (Şehir) Meclisinin de desteği ile halk öylesine sindirilir, korku ve dehşet öylesine yayılır ki, bir süre sonra şehirde yaşam coşkusundan eser kalmaz, yazarın deyişiyle Cenevre çeyrek yüzyıl boyunca Calvin’e benzeyen sert ve somurtkan bir çehre kazanır.

Bütün bunlara rağmen kollektif vicdan, zorbalığa karşı sessiz kalmaz, içlerinden, akla hayale gelebilecek en ağır işkenceleri göze alan Miguel Serveto gibi cesur adamlar çıkartır. Henüz yirmili yaşlarındaki bu ateşli genç, Calvin’in ne kadar hoşgörüsüz olduğunu bildiği halde, adeta kendisine meydan okurcasına teslis inancını kabul etmediğini açıktan dillendirir, İznik konsilini geçersiz sayarak kiliseyi bu hatalı üçleme doğmasından kurtulmaya davet eder.

Serveto, öyle zannedileceği gibi dini hafife alan bir günahkâr ya da bir tanrı tanımaz değildir. Aksine yakılarak idamına karar verildiğinde ölüm anında çekeceği acıların kendisini Tanrı kuşkusuna düşürmesinden korkarak, kılıçla infaz edilme talebinde bulunacak kadar dindar bir Hristiyan’dır. Ama Calvin’in gölgesinde hareket eden mahkeme heyeti, bu lütfu (!) bile kendisinden esirgeyecek ve Cenevre’nin Champel Meydanında tutuşturulan odun yığınları üzerinde kazığa bağlanarak, bir saat boyunca kızartılarak idam edilecektir.

Vicdanlar sessiz kalmaz ama zorbalık da öyle kolay kolay geri adım atmaz. Mesela çok sayıda infazdan biri esnasında celladın beceriksizliği yüzünden infaz uzayıp, istenmeyen biçimde eziyete dönüştüğünde bile Calvin’de en küçük bir yumuşama olmaz. Buzdan bir heykel gibi durur ve “mahkûmun bu biçimde işkenceye maruz kalması Tanrının iradesi dışında olmuş bir şey değildir” diyerek açıklar durumu. Söyledikleri kendi düşüncesi değil Tanrının emridir. Karşı çıkanları bozguncu olarak niteler, hiçbir şekilde merhamet göstermez, hasımlarının üzerlerine acımasızca gidebilmek için en küçük bir dil sürçmesini bile bağışlanması imkânsızbir suç gibi gösterir.

Gazze’deki vahşete küresel vicdanın gösterdiği tepkiye karşı yine küresel zorbalığın nasıl mazeretler ürettiğini görünce Zweig’in bu kitabı geldi aklıma. Yüzbinler her gün sokaklara dökülerek acil ateşkes isterken, zorbalığın azalmak bir yana daha da azgınlaşması, Hamas’ın 7 Ekim operasyonunda BM’ye bağlı UNRWA çalışanlarının da yer aldığını iddia ederek bir anda gündemi değiştirmesi, Siyonist zorbalığın işlediği cinayetlere bahane bulmakta hiç zorluk çekmeyeceğini göstermiştir.

30 bin Filistinlinin görev aldığı bir kuruluş olan UNRWA, yani Yakın Doğudaki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı, 30 bin kişi içinden 12 kişinin 7 Ekim’de rol aldığı iddiasının hemen ardından Gazze’deki soykırımın suç ortakları en önde ABD ve Almanya olmak üzere, İsviçre, İtalya, Kanada, Finlandiya, Avustralya, İngiltere, Hollanda,son olarak da Avusturya yardımları kestiklerini açıkladılar. Böylece üzerinde büyük baskı kurmalarına rağmen Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı İsrail’i soykırımla suçlayan kararın önüne geçemeyen Siyonist evanjelik sapkınlık, sokaklara dökülen milyonlara adeta meydan okuyor,  tıpkı Jean Calvin gibi her ne oluyorsa tanrının iradesiyle oluyor, kesin sesinizi diyor.

Kabul etsek de etmesek de küresel zorba düzeni böyle işliyor. Peki buna karşı İslam dünyası ne yapıyor? Sorumluluktan kaçmak, kaytarmak için her ülkenin birden çok gerekçesi var. Mesela biz Türkiye olarak, artık hamaset bile yapamıyoruz. Gazze mevzusu gündemin epeyce alt sıralarına düştü. İlişkileri kopartamıyoruz, hem zalime karşı olduğumuzu söylüyoruz, hem de zalimle mazlum arasında arabulucu olabilme hesapları içindeyiz. Ticareti kesemiyoruz, çünkü ekonomimiz çok kırılgan, kaybedeceğimiz birkaç milyon dolar her şeyi kontrolden çıkartabilir. Gazze’ye de sınırımız yok zaten, ne yapabiliriz ki? Üstelik önümüzde seçimler var.

Çorum'da ceviz bahçeleri sonbahar renklerine büründü Çorum'da ceviz bahçeleri sonbahar renklerine büründü

Gazze’ye açılan ve İsrail işgali altında olmayan tek kapı Mısır sınırındaki Refah kapısı. Burayı kontrol eden Mısır’ın ise tek derdi Hamas’ın da bir uzantısı olduğu Müslüman Kardeşler Teşkilatı. O yüzden Gazzeliler Mısır’a geçmesin. Geçmesin de ister İsrail öldürsün, ister açlık ve salgın hastalıktan kırılsınlar. 2013’te Müslüman Kardeşler iktidarına karşı yapılan darbeyi alkışlayan küresel zorbalık, Mursi’yi ve birçok İhvan yöneticisini bugünler için öldürtmedi mi? Binlerce İhvan üyesini bugünlere hazırlık için işkenceden geçirerek hapsetmediler mi?

Diğer sınır ülkesi Ürdün’ün yönetimi zaten diken üstünde, sokaklarındaki en küçük hareketlilikten ödü kopuyor, Gazze’yi, Batı Şeria’yı düşünecek halde değil. Bu yüzden halkın, dükkanlarına astığı Ebu Ubeyde posterlerine bile tahammülü yok. Dönemin İngiltere başbakanı W. Churchill tarafından bir tampon devlet olarak kurulmuştu, dededen toruna ilk günkü sadakatle İsrail’e tampon olma görevini ifa etmeye devam ediyor.

Petrolün yanı sıra hac ve umre paraları ile bölgenin en zengin ülkesi haline gelen Suudiler ise düzenledikleri festivaller ile halkı eğlendirmekle meşguller. Dünyanın en pahalı futbolcularını transfer ederek gençleri futbola bağımlı hale getiriyor, adeta uyuşturuyorlar. İçki satışını yasal hale getirerek gavurlaşma yolunda emin adımlarla yürüyorlar. Bir Sütçü İmam çıkıp, Gazze’de saldırı duruncaya, Mescid-i Aksa işgalden kurtuluncaya kadar (hiç değilse) umre yapmak caiz değil diye fetva verene kadar da yürüyecekler.

Siyonist rejim yasakladığı için Mescid-i Aksa’da haftalardır Cuma kılınamazken, Gazze’de 200’den fazla cami bombalanarak yerle bir edilmiş, insanlar ekmek, su, ilaç bulamayıp ölürken, körfezin zenginlikten azmış liderleri Yemen’den Sudan’a, Libya’dan Tunus’a fitne fücur peşinde koşuyor, iç savaşları kışkırtarak İsrail’e hizmet ediyorlar.

İslam dünyasının içinde bulunduğu bu utanç verici duruma rağmen dünyanın her yerinde, her din ve ırktan vicdanı kararmamışların isyanından dolayı küresel zorbalığın aparatı olan İsrail, köşeye sıkıştı ve başlattığı savaşı nasıl bitireceğini bilemez halde. Gazzede bugüne kadar işlediği akıl almaz vahşet ve barbarlığın bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacak olması geri çekilmesini zorlaştırıyor. Ama çaresi yok,  değişmeyen kanun bu; zorbalık öldürerek yenilecek, vicdan ölürken kazanacak.”

[email protected]

Editör: Yüksel Basar