Allah'ın insanoğluna verdiği en güzel özelliklerden birisidir UNUTMAK.
Dağın taşın bile kaldıramayacağı, ezilip un ufak olacağı duygular topluluğu olan acıyı kederi, imtihan etmek için Allah biz insanoğluna vermiş.
Bir şey daha vermiş ki oda UNUTMAK.
Acı ve kederle önce yanıp tutuşsak ta, yaşadıklarımız hiç unutulmaz gibi gelse de daha sonra unutuyoruz. Acıları hiç yaşamamış gibi oluyoruz.
Yaşadığımız üzüntüleri, kederi, yokluğu, aldatılmayı unutmasaydık ne olurdu?
O istemediğimiz duyguları hep içimizde yaşatsa idik ne olurdu?
Negatif duygular ile yüklü bir hayat nasıl devam ederdi?
Yaşamanın anlamı kalmazdı. Hiçbir şeyden zevk almaz, yiyemez içemez hale gelirdik. Karmaşık duygular kurt gibi kafamızın içini kemirir, kendimizi unutur, başka bir âlemde yaşar gibi olurduk.
Yapmamız gerekenleri yapamaz, sorumluluklarımızı ihmal ederdik.
İnsanların biyolojik ve ruhi rahatsızlıklarının büyük bir kısmının nedeni stres ve asabiyet olduğunu tıp ortaya koymuştur. Demir bile yorulma zamanı dediğimiz bir süreçten sonra taşıma özelliğini kaybedip eğiliyor. İnsanda belirli bir dayanım sürecinden sonra VÜCUT SAVUNMA mekanizması iflas ediyor, sürmenaj oluyor.
Cenabı Allah kullarına yaşadıkları olumsuzluklardan sonra unutma özelliği vermiş.
Unutmak için önce çok yeme, başka şeyler ile uğraşma gibi bir alışkanlığımız oluşur. Yerken kafamızdaki meşguliyetimiz değişir, yavaş yavaş unutmaya başlarız.
Varsa dostumuz acımızı paylaşır bize teselli verir.
Hani derler ya:
Arkadaş vardır ekmek gibidir her zaman aranır.
Arkadaş vardır ilaç gibidir, lazım olduğunda aranır.
Arkadaş vardır mikrop gibidir, sen istemesen de o gelir seni bulur.
Bu unutma reflekslerinin yanında bazı oluşumlarında unutturmama çabaları olur. Unutmamak için yeminler ettirilir. Bedene bazı izler koyulur (saçını kesmek, vücudu yaralamak) vs. Adeta ağlayıp sızlanma toplumu oluşturulur.
Önceden Anadolu'yu gezen destancı denen insanlar olurdu. Pazarlara gelirler matbaa baskılı destan denilen kâğıtlardan ağlamaklı destanı okur, onu dinleyenlerden ağlayanlarda olurdu. Sonunda hediyesi 25 kuruş diye destanı satardı. Bir kısım insanlarda bu duygu sömürüsünden nemalanma peşine düşüyor.
Acıları unutmanın yanında birde sevinçleri unutmak var. Buda acıyı unutmanın diğer bir versiyonu.
Sevinç çığlıklarımız hiç durmasaydı, hep çalıp oynasaydık ne olurdu?
Hayat yine yaşanmaz olurdu. Kim çalışır, üretir sorunları çözebilirdi?
Yine unutma refleksimiz devreye giriyor, neşeyi sevinç ide unutuyoruz.
Yaşadığımız güne baktığımızda aynı anda ölüm ile pençeleşende, ıstırap tan inleyende, sorunlar altında çaresiz kalmış insanlarda var.
Öbür tarafta ise gülen oynayan, sevinç çığlıkları atan insanlarda var.
Kimi insan çok bulup bulduğunu israf ediyor, kimileri de bir lokma ekmeğe muhtaç.
Hayat inişi çıkışı ile devam ediyor.
Peki, unutmasaydık, hiç olmamış gibi hayatı devam ettirmeseydik bu dünya hayatı böyle devam eder miydi?
Her gün güneş doğduğunda güne yeniden başlayıp, gün batınca evimize gider miydik?
Yaratan bizi ve kanuniyetlerimizi en iyi bildiği için; bizi de belirli özellikler ile yaratmış.
Ağlayacak yerde gülen, gülecek yerde ağlayan var mı? Bazen duygu seline kapılabiliyoruz. Çok sevindiğimiz zaman rabbimize bir şükür olarak ağlayabiliyoruz.
Çocuk doğunca ağlıyor biz ise ona bakıp gülüyoruz.
Unutmak Allahın bize verdiği en büyük lütuflardan birisidir. Onun sayesinde hayatımız devam ediyor, güne yeniden başlayabiliyoruz.