Üç sarhoşun hikâyesi

Ehl-i Sünnetin iman-amel anlayışına göre bir fiilin haram veya helâl olduğunu inkâr etmeden haram ise onu işleyen kimse dinden çıkmaz ve cehennemde de devamlı kalmaz.
Allah Teâlâ lütfen samimi tevbeleri kabul buyurur.
Pek çok kulunu tevbe şartı da olmadan dilerse cennetine koyar ve bu istisnâî bir lütuftur, O’nun engin rahmetinin bir tecellîsi olur.
Bir mümin insanlardan gizleyerek bir günah işliyorsa onu gören ve bilen kimse âleme yaymayacak, ortalığa açıklamayacak, uygun usul ile din kardeşini ıslah etmeye çalışacak ve dua edecektir.
Görünüşte tam Müslüman olan nice günahkâr ve görünüşte amelsiz olan nice “iyiliği günahını silmiş” mümin vardır…
Gelelim üç sarhoşun hikâyesine.
BOSNALI MESTAN
Bunu bir vâizden dinledim, anlatırken ağladı ben de doluktum.
Köyünde herkes ondan bîzar olmuş, her gün sarhoş, sağı solu rahatsız ediyor. Derken bir gün muhtarın kapısını çalmış, heyecan içinde “Muhtar, ben rüyamda Peygamberimizi (s.a.) gördüm, ‘Yeter artık, bırak içmeyi ve bana gel’ dedi. Beni O’na götür” demiş. Muhtar, içki parası koparmak için yalan söylediğini düşünmüş, biraz para verip savmış. Bizim Mestan köyü dolaşmış, rüyasını anlatmış, “Beni Efendimize götürün” demiş ama kimse inanmamış, para verip savmışlar. Tekrar muhtara gelmiş, sonunda muhtar inanmış, onu Medine’ye götürmüşler. Otele inince bavulunu filan yerleştirmeden Ravza’nın yerini sormuş, kavuşunca Sevgilisine, cennet bahçesi denilen mekânda yer bulmuş, üç gün yememiş, içmemiş, ibadetle meşgul olmuş, yalvarmasına dayanamayan ilgililer de onu gece Ravza’dan çıkarmamışlar. Sonra acından ölecek diye çıkarmaya karar verince “Beni O’ndan ayırmayın” diye diye oracıkta can vermiş ve Baqî’ mezarlığına defnedilmiş.
İZMIRLI GAZELHAN
Güzelyalı (Hâkim Efendi) Camii İmam-Hatibi İbrahim Ethem Sunar ile dost olmuştuk. Eşi az bulunur bir imam, bir eğitici idi.
Denizi ve balık tutmayı severdi, bir motorlu teknesi de vardı. Bu sebeple balıkçılar kahvesini keşfetmiş. Burada nasıl faydalı olabilirim diye düşünüp bir formül bulmuş. Hemen her sabah namazdan sonra bir aralık kahveye uğruyor, bir köşedeki masasına oturuyor ve kahvecinin aldığı gazetelere göz atıyormuş. Malum bu yörenin balıkçıları içki içerler, yarı sarhoş sabahlar ve kahvehaneye gelerek kahve içip ayıkmaya çalışırlar. Namazla niyazla pek alakaları yoktur. Hoca bunlara göz dikmiştir ve ne yapıp edip onlara da dinden bir pencere açmak istemektedir. Başta formül pek işe yaramamış gibi görünür ama günler geçtikçe bazılarının merak saikasıyla masaya geldikleri, onu tanımaya çalıştıkları görülür. Hoca işe balıktan, denizden başlar, sohbet koyulaştıkça masanın müdavimleri artar, hoca dozuna dikkat ederek araya dinî-ahlâkî konuları da sokmaya başlar, derken balıkçıların bir kısmı içkiyi bırakıp birer ikişer camiye (başta cuma namazına) gelmeye başlarlar. Şimdi adını hatırlayamadığım bir usta balıkçının sesi çok güzeldi, yaşlandığı için balığa çıkmıyor, meyhanede sarhoşlara gazel okuyordu. Hoca ile o kahvehanede tanışmış, aşıyı alınca da içkiye tevbe ederek camiye gelmeye başlamış. Fahri olarak müezzinlik yapar, güzel de ezan okurdu.
KONYALI SARHOŞ
Konya İmam-Hatip Okulunda okurken bize Allah’ın lütfu olan bir hocamız vardı; Allah’a, Peygamber'e âşık ve vuslat vesilesi namaza düşkün bir kâmil insan idi: Hacıüveyszade Mustafa Efendi. Asıl vazifesi Aziziye Camii imam hatipliği idi. İtimad ettiğim bir vak’a şahidi anlattı:
Camiden Mevlânâ türbesine doğru giden yolda (bu yol Hoca’nın evinin de yolu idi) içki içilen bir mekan varmış, içkiye müptela bir şahıs, Hoca’nın oradan geçeceği zamanı kollar, dışarı çıkar, duvara yaslanır, onu beklermiş, Hocamız onun önünden geçerken -daima sağa sola selam verdiği için- ona da selam verirmiş ama ek olarak sarhoşun yüzünü okşar, “Geçecek babam, geçecek” dermiş. Bir süre sonra o kişi içkiyi bırakmış ve Hoca’nın cemaatine katılmış.
SONUÇ
Günahı önemseyelim ve işlememeye çalışalım ama günahkâra şefkat ve merhamet edelim, ona, ıslah için en uygun yoldan yardımcı olalım.