Bir önceki yazımızda Osmanlı İmparatorluğunun Kurulmasında ve bir cihan devleti olmasında, tasavvufi düşüncenin ve tasavvuf önderlerinin, Osmanlı'nın temelleri atılırken çok önemli katkılarının olduğunu yazmıştık.
Dini kurallar ve tasavvufi düşünce, sıkıntılı dönemlerde toplumun değerlerinin, dokusunun, mal ve can güvenliğinin korunması konusunda önemli görevler üstlenmişlerdir. 1402 Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt ordu içinde bir grubun ihaneti yüzünden, Timur'a esir düşmüş 8 ay sonra üzüntüsünden vefat etmişti. Beyazıt'ın oğullarından Musa ve Mustafa Çelebi de Timur'a esir düşmüş, diğer oğulları Süleyman Çelebi Edirne'ye, İsa Çelebi Bursa'ya, Çelebi Mehmet'te Amasya'ya çekilerek birbirleriyle kıyasıya iktidar mücadelesi etmişlerdir. Osmanlı topraklarında 10 yıl süren kardeş kavgasında bir boşluk, Buhran dönemi "Fetret (karışıklık) devri" yaşanmıştır. Ankara mağlubiyeti ile Osmanlı 'nın başsız kalması, Rumeli'de ki topraklarının etrafının Hıristiyan devletleriyle çevrili olmasına rağmen, Osmanlı Devleti'nin yıkılıp ortadan kalkmayışı şeyh Edebali'nin de dua ve tavsiyeleriyle onun ne kadar sağlam temeller üzerine kurulduğunu göstermektedir. Bu buhranlı dönemde Balkanlarda Osmanlı'ya karşı bir ayaklanma ve isyanın görülmemesi, Osmanlının buralarda yaşayan gayrimüslim halka gösterdiği adil muamele ve o insanlara sağladığı din, inanç ve vicdan özgürlüğüdür.
Devlet gücünün zafiyete uğradığı zamanlarda insanların can ve mal güvenliklerinin korunarak asayişin sağlanmasında, dini değerler ve tasavvuf önderlerinin nüfuslarının etkili bir rol oynadığını görmekteyiz. Başta Ahilik örgütünün bütün Anadolu'da faaliyet yaparak insanların ahlaki değerlerle mücehhez olmaları için sistemli bir şekilde çalıştıklarını, aynı zamanda Ankara'ya saldıran Moğollara karşı şehri savunan Ahilerin askeri alanda da var olduklarını görmekteyiz. Yesevi geleneğine bağlı dervişlerin tebliğ ve savunma konusunda önemli faaliyetler yaptıkları bilinmektedir. Orhan Gazinin Geyikli Baba, Osman Gazinin Şeyh Edebali, Yıldırım Beyazıt'ın Emir Sultan ile ilişkilerinde tekke ve devletin iç içe faaliyet yürüttükleri görülmektedir. 10 yıllık fetret devri ve kardeşler arasındaki mücadeleden sonra Mehmet çelebi Edirne'de (1413) kendini Osmanlı Devleti'nin hükümdarı olarak ilan edip, devleti toparlayarak eski gücüne kavuşturmak ve fitneleri bertaraf edebilmek için büyük mücadeleler vermiştir. 1421 yılında onun vefatı üzerine yerine geçen oğlu II. Murat devlete daha da büyük güç kazandırmış onunda vefatıyla 2. Mehmet Çelebi (Fatih Sultan Mehmet) ile Beyazıt zamanındaki kaybedilen topraklar geri alınmış ve yeni fetihlerle büyük zaferler elde edilmeye devam edilmiştir.
Yıldırım Beyazıt'ın Ankara savaşını kaybetmesiyle doğan fetret döneminde Ankara ve havalisinde, Ebû Hâmidüddin Aksarayî (Somuncu Baba) 'nın manevi terbiyesiyle yetişerek kendini topluma adayan. Halka hizmetin hakka hizmet olduğunun bilinciyle hareket eden, ilim ile tasavvufu birleştiren, o bölgede manevi bir hava estiren Hacı Bayram'ı Veli; Tefsir, Fıkıh, Hadis, Tasavvuf, Matematik, Astronomi gibi birçok dersler okuyarak icazet almıştır. Onu müderrislikten tasavvufa yönlendiren sebeplerin başında hakka duyduğu sevgi ve döneminde yaşadığı derin sıkıntılardır. Tasavvuf yolunda müritleriyle birlikte tebliğ görevi yapmaya devam eden, Hacı Bayramı Veli'nin sevenleri ve ona tabi olanlar hızla artamaya devam eder. Bundan rahatsız olan birileri, Ankara'da Hacı Bayramı Veli'nin etrafında büyük kalabalıklar oluştuğu, devlete başkaldıracağı şeklinde, II. Murat'a bir haber ulaştırır. II. Murat bir müfreze asker göndererek Edirne'ye getirtir. Onun eşkıya tipli ve ruhlu birisi olmadığını, nurani yüzlü Allah dostu bir veli olduğunu görünce, kendisinden özür dileyerek iki ay kadar misafir eder. İzzet, ikram ve hürmette bulunarak, Uğurlarken, siz tebliğ görevi yapıyorsunuz, sizin müritlerinizden vergi almayacağı der. Bu haber duyulunca H. Bayram'ın müritleri daha da çoğalır. Birçokları da istismar ederler. Vergi memurları kimseden vergi alamaz hale gelir. Bu durumdan haberdar edilen II. Murat, H. Bayram'a bir mektup yazarak gerçek müritlerinizin listesini bildirin, onlardan vergi almayalım der. O'da gerçek müritlerini tespit etmek için bir gün tayin ederek o günün sabahında herkesin orada toplanmasını ister. Müritlerine önemli mesajlarının olduğunu söyler. Kanlı göl (Bu gün ki numune hastanesinin hâkim tepesinde, bir pazartesi günü) müritlerine bir gün önceden tümsek bir yere bir çadır kurdurarak içine de birkaç tane de koyun koydurur. İlan edilen saat gelince her taraftan akın akın binlerce insan gelir. H. Bayram çadırın önüne çıkarak oradakilere, Ey müritlerim Allahu Teâlâ'nın Hz. İbrahim den oğlu İsmail'i kurban etmesini istediği gibi bendende siz müritlerimden kurbanlar istiyor gönüllü var mı? Bir kişi çıkar onu çadırın içine alır ve koyunlardan birini keser. Çadırın alt kenarından dışarı akan kanı görenler H. Bayram kafayı yemiş müritlerini kesiyor diyerek kaçarlar. Dışarı çıkarak Allah c.c başka kurbanlar istiyor der. Bir de bir kadın "ben varım" Onu da içeri alarak bir koyun daha keser, dışarı çıktığında asıl kendi müritlerinin dışında kimsenin kalmadığını görür ve o ikisinin adını yazarak gerçek müritlerim bunlar diye II. Murat'a gönderir.
Uzun yıllar müderrislik yaptıktan sonra bilim ve tasavvuf'u birleştirerek yaşadığı bölgenin manevi koruyucusu olan, Kayseri, Aksaray, Bursa ve Ankara'da insanların nefsinin terbiye ve tezkiyesinde kılavuzluk yapan, iyiye, doğruya ve hakka yönlendirmede önemli hizmetler îfa ederek hakkın rızasını kazanma yolunda büyük gayretler sarf eden Hacı Bayramı Veli:
"N'oldu bu gönlüm n'oldu bu gönlüm
Derd ü gamınla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm.
Bayram özünü bildi, bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu, sen seni bil sen seni.