Ortadoğu'da saflar, ittifaklar, galibiyetler, haritalar her an değişebiliyor. Halep'in yeniden fethini biraz temkinle ama ondan daha fazla coşkuyla karşılayarak sevindik. Suriye'nin birçok alanında ise temizlik harekâtı devam ediyor.
İltica etmek zorunda kalan çaresiz Suriye halkının yarıdan fazlası Halep ve çevresindendir. Zira bu mazlum ve mağdur edilen insanlar, zalim Suriye rejimi, PKK ve PYD tarafından vatanlarından edilerek sefil bir şekilde barakalarda, virane evlerde kâğıt toplayarak hayata tutunmak zorunda bırakılmışlardır. Katliamın başladığı günlerde üç milyona yakın nüfusu olan Halep, zalim Suriye güçleri tarafından harabe bir mezarlığa çevrilerek yüzlerce insanda şehit edildiler. Sağ kalanlar ise komşu ülkelere iltica ederek canlarını zor kurtarmışlardı. Bölgenin, son harekâtlar ile zalim Suriye ordusundan, elleri kanlı PKK ve PYD lilerden temizlendikten sonra iltica etmek zorunda kalan çaresiz insanlar evlerine dönmeye başladılar. Taşlar yerine oturduktan sonra ise yuvaya dönüşler daha da hızlanacaktır. Son olaylardan daha çokta tekrar evlerine dönebilmenin sevinci ile bu mazlum insanlarımız sevinmişlerdir. Zira Ülkemizde mülteci olarak yaşamak zorunda kalan Suriyelilerin yaklaşık olarak % yetmişe yakını, Halep ve çevresinden evleri rejim güçler tarafından bombalandığı için kaçarak canlarını kurtarabilenlerden oluşmaktadır. Normalleşme sağlandığı andan itibaren ekser çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan bu insanlar evlerine döneceklerdir.
Bu arada milletimizin ezici çoğunluğu Suriye'deki muhaliflerin şâha kalkmasına ve Halep'in fethine sevinirken, az bir kısmı kaygılandı, hatta üzüldü. Halep'in özgürleşmesine ekser çoğunluğumuz sevinirken milletin coşkusunu ve sevincini başta PKK ve PYD olmak üzere ABD, Rusya, İsrail, İran gibi ülkeler paylaşamadığı gibi üzüldüler bile. Rusya, Ukrayna savaşından dolayı enerjisini kendi savaşına aktarıyor ve kendi derdi ile meşgul. Yaptığı bir şey var, oda mazlumların üzerine uçaklarla bomba yağdırmak. İran, İsrail ile girmiş olduğu süreçten dolayı kapısına dayanan tehdidi ve aczi yeti savuşturmaya çalışıyor. Halep de başlayan mücadele ile PKK ile PYD' nin de akıbetini, gizli tünellerini ve kaçışını gördük. PKK ve PYD nin, ABD destekli yeni bir cephe açtıkları da gelen haberler arasında. Suriye de puslu bir hava var. Her an her şey değişebilir. Sömürgeciler ve işgalciler boş durmuyorlar. Endişemiz odur ki İran, mezhep taassubu ile kendi içinde ki Hizbullah üyelerini, Lübnan'daki ve Irak ta ki Hizbullahcıları toplayarak, Suriye de ki zalim Esad'ı koruma ve muhaliflerin kurtardıkları yerleri geri almak için muhaliflerin üzerlerine sürmesidir. Tamda ABD ve İsrail'in istediği de budur; Suriye de müslümanların birbirlerini kırmaları, mültecilerin yurtlarına ve yuvalarına dönememeleri ve de Suriye üzerinde Türkiye ve İran'ın karşı karşıya gelerek zayıf düşmeleridir. İnşallah İran böyle bir yanlış içerisine girmez ve korktuklarımızdan emin oluruz. Onların istedikleri ve de amaçları; islam coğrafyasının tamamını bölünmüş, parçalanmış, sindirilmiş, zayıf düşürülerek sömürülmüş veya sömürülebilecek ülkeler haline getirebilmektir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın bugünleri gören feraseti ile Esad'a uzattığı el, büyük ihtimalle İran'ın etkisiyle çekimser karşılandı. Türkiye, bölgede emperyalist emeller gütmeyen; bölge ülkelerini kardeş ülke olarak gören, her birinin istikrarının aynı zamanda istikrar adasına dönüşen Türkiye'nin güvenliğine katkı sunacağına inanan bir kimliğe sahiptir. Sayın Dış İşleri Bakanımız Hakan Fidan'ın; İran Dış İşleri Bakanı ile yapmış olduğu basın toplantısında; "muhaliflerin hareketlerinin dış müdahaleler ile çözülmeye çalışılması doğru değildir. On milyondan fazla insan mülteci durumuna düşmüştür. Bundan sonra göç olmamalıdır ve göcenlerin de evlerine dönmelerinin zemini hazırlanmalıdır. Meseleler iç dinamiklerle çözülmelidir…" şeklindeki sözleri ve başta İran olmak üzere muhalif ülkelere vermek istediği mesajlar gerçekten çok önemli idi. Bilindiği üzere bunca zulme rağmen Sayın Cumhurbaşkanımızın Suriye yönetimine uzattığı dostluk ve diyalog eli de havada kalmıştı. Son yaşanan olaylar Ülkemizin diplomasi alanında ki elinin ne kadar güçlendiği anlamına gelmektedir.
İsrâil Lübnan'da mola aldı; Gazze'de ve Batı Şeria'da ise işgale ve katliama devam ediyor. Dikkat çekici olan ise Netanyahunun, Lübnan ateşkesi sonrasında verdiği beyanatta Suriye ve Esad'ı, İran husussunda kabaca uyarmasıydı. Nitekim karadan rejime destek veren en büyük örgüt olan Hizbullah Suriye'yi terk etmişti. Netanyahu Esad'a, "Ateşle oynama" diyerek, başına gelecekler husussunda ihtar, tehdit karışımı ifadeler kullanmıştı. HTŞ' nin batıdan, SMO' ise kuzeyden başlattığı harekâtlar bu beyanatların hemen arkasından geldi. Akabinde çok sayıda köy ve kasaba, hemen hemen hiçbir mukavemet gösteremeyen Suriye rejim kuvvetleri ve ona destek veren silahlı gruplar hiçbir mukavemet göstermeksizin silahları ile birlikte HTŞ' ye katıldılar. Halebi kuşatarak alan HTŞ nin Halep Kalesinin girişine Filistin bayrakları asması da manidardır. HTŞ harekâtın 'ın, esaslı bir hazırlığın ve teçhizatın meyvesi olduğu görülüyor. Henüz burada cevabı bulunamayan karmaşık sorular da yok değildir. Önümüzdeki birkaç hafta çok kritik görünüyor. Şu anda HTŞ devrede. Türkiye dikkatli bir şekilde, bunun kendisiyle alâkalı olmadığını bildirdi. Çünkü bir takım nedenler ve de çekinceler var. Bununla beraber, güvenlik güçlerimiz bu rüzgârdan faydalanarak Tel Rıfat'ta ki PKK varlığını sona erdirdi. Muhtemelen buna Münbiç'i de dâhil edecektir. Fırat'ın batısındaki PKK varlığını tasfiye etmek, Türkiye açısından son derecede önemlidir. Bu arada SMO harekâtı da adım adım takip edilerek destekleniyor.
En büyük arzumuz odur ki, Suriye de mağdur edilen insanların evlerine ve işlerine dönmeleri, özgürleşmenin sağlanması, zalim Esad ve zalim Baas Partisi mensuplarının yargılanarak hesap vermeleri ve bölgenin PKK terör örgütünden tamamen temizlenmesidir.