Takvimler 15 Aralık 2016'yı gösterirken aylardır bombardıman altındaki Halep, İran ve Rus destekli rejim güçlerine teslim olmuş, kış ortasında on binlerce çocuk, kadın, yaşlı insan, otobüslerle doğup büyüdüklerişehirlerini terk etmek zorunda bırakılmıştı. Hafızayı beşer nisyan ile malül olduğu için çabucak unuttuk ama o günlerde Rusya ve Esed'in havadan, İran kontrolündeki Şii milislerin ise karadan yaptıkları vahşi bombardımanlar, Halep'te öyle bir yıkım meydana getirmişti ki, o günün Halep fotoğrafları ile bugün Gazze'de çekilen görüntüleri yan yana koysanız hangisi Halep, hangisi Gazze bunu ayırmanız mümkün olmaz.
Bugün bu insanlar sekiz yıl sonra, canlarını kurtarabilmek için her şeylerini bırakarak terk ettikleri topraklarına dönebilmenin heyecanını yaşarken, kimi çevreler, Lübnan'da Hizbullah'ın İsrail saldırısı ile boğuştuğu, İran'ın da İsrail saldırıları ile sarsıldığı bir döneme denk gelmiş olmasına bakarak, muhaliflerin İdlib'den başlattığı harekatın ABD, İsrail, Batı yapımı bir senaryo olarak yaftalıyorlar ama bunun çeyrek yüzyıldır akıttıkları mazlum kanlarının bir bedeli olabileceğini hiç akıllarına getirmiyorlar.
Afganistan'da birinci Taliban hükümetinin düşürülmesinde ve Irak'ta Saddam'ın devrilmesinde nasıl ABD ile işbirliği yaptıklarını yıllar sonra itiraf eden İran, o gün bugündür kesintisiz bir şekilde mezhep eksenli genişlemesini devam ettirdi. Hatta birkaç yıl önce bir İranlı yetkili "bölgede dört Arap başkenti (Bağdat, Şam, Beyrut, San'a) kontrolümüz altında diyecek kadar pervasızlaşırken, kendi çıkarlarına zarar verebilecek en küçük bir gelişmede teyakkuza geçen Batı, bu durumdan hiç rahatsız olmadı, aksine bu ülkenin İslam dünyasını içine ittiği kaostan dolayı memnun bile oldu.
Suriye'de 2011 yılında başlayan rejim karşıtı barışçıl gösteriler,Esedrejimi tarafından görülmemiş bir vahşetle bastırılmaya çalışılırken, 40 yıldır Baas diktatörlüğünün canından bezdirdiği Suriye halkı, ülkenin dört bir yanında milyonluk sokak gösterileri ile rejimi sallamaya başlamıştı. Öyle ki aradan bir yıl bile geçmeden en güçlü dayanağı olan ordu çözülmeye başlamış, Esed neredeyse başkent Şam'a hapsolmuş, toprakların yüzde 80'inde kontrolü kaybetmişti.
Başlangıçta Esed'in zalim bir diktatör olduğunu söyleyerek muhalefeti cesaretlendirecek açıklamalar yapan Batı, bir devrim sonrasında yerine ondan daha alçağını bulamayacağını anladığında,kırmızı çizgi olarak ilan ettiği kimyasal silahlarla Doğu Guta'da1400 çocuğun katledilişini kılını kıpırdatmadan izledi. Bunu gören rejim ve en büyük destekçisi İran, Lübnan'daki vekil gücü olan Hizbullah'ı devreye soktu. Hasan Nasrallah, o günkü durumu "bir hafta daha gecikseydik Esed düşmüş olacaktı" diye açıklamıştı. Hemen sonrasında İran, türbeleri koruma bahanesiyle Irak'tan, Afganistan'dan, Pakistan'dan topladığı on binlerce milis gücü Suriye'yegöndererek Esed'itam manasıyla ipten almıştı.
Buna rağmen muhalifleri geriletmeye güç yetiremeyen Esed ve hamisi İran, Putin'i Suriye'ye müdahale için ikna etmişlerdi. Rusya'nın başlattığı ağır hava bombardımanları karşısında hiçbir hava savunma gücü olmayan muhalifler büyük kayıplar vermeye başlamış ve çekilmekten başka çareleri kalmamıştı. Esed rejimi, İran ve Rusya desteğiyle kaybettiği yerleri birer birer ele geçirirken sivil halka karşı uyguladığı katliam, İsrail'in bugün Gazze'de yaptığında geri kalır gibi değildi. Tek farkı Esed'in İsrail gibi iki tonluk bombaları yoktu, onun yerine yapımı basit, maliyetidüşük varil bombaları ile şehirleri, kasabaları yerle bir ettiğinde sağ kurtulabilenler can havliyle komşu ülkelere, Türkiye başta olmak üzere Lübnan ve Ürdün sınırına yığıldı.
Türkiye o günlerde geçmişte Kuzey Irak'ta yapıldığı gibi, soruna kalıcı çözüm bulununcaya kadarSuriye'nin kuzey bölgesinin güvenli bölge ilan edilerek, savaş uçaklarına yasaklanması için çok çabaladı, çok kapı çaldı ama ne yazık ki, batılı müttefikleri her zaman ki gibi iki yüzlü davranarak, sadece Esed'i kınamakla yetindiler. Herhalde Türkiye'ye sığınacak olan milyonlarca Suriyelinin yol açacağı sosyo-ekonomik sorunlarla, kendilerine efelenip duran Erdoğan'ın burnunu sürtülmesini, hatta çıkabilecek bir iç savaşla iktidardan düşmesini istediklerini söylersek, herhalde pis günahlarını almış olmayız.
Neticede Türkiye, milyonlarca sığınmacı ile tek başına bırakıldı. Irkçı çevrelerin çok sayıdaki provokasyonlarına rağmen,şükürler olsun Türkiye bu sınavı yüzünün akıyla atlattı diyebiliriz. Birçok konuda eleştirebiliriz ama Erdoğan liderliğindeki Türkiye, mazlum halklara sahip çıkma konusunda dünya durdukça unutulmayacak, gelecek kuşakların ülkeleriyle gurur duyacağı bir siyaset izledi. İktidarı kaybetmek pahasına çok büyük zorluklara göğüs gererek kapılarını sonuna kadar açtı,mazlumlara sahip çıktı, aşınıekmeğini, evini yuvasını bu insanlarla paylaştı. (Bu konuda hem Dışişleri Bakanlığı hem de Başbakanlığı döneminde Ahmet Davutoğlu'nun da emeklerini hatırlamamak büyük haksızlık olur.)
Süreç içerisinde Gezi olayları adı verilen ve Mısır'da Mursi'nin devrilmesine yol açan ayaklanmanın bir benzeri sahneye konuldu, bazı şehirleri savaştan çıkmışa döndüren bu sivil darbe girişimi ve hemen arkasından 15 Temmuz'daki ihanet kalkışması ile iktidar ciddi bir sarsıntıya maruz kaldı. Bunun ekonomiye yansıyan olumsuz etkilerinin bütün faturasını mültecilere çıkartan muhalefet ve onun kışkırttığı ırkçı faşist çevreler yıllarca çok büyük fedakarlıklarla elde edilen, batılı liderleri bile karşımızda yere baktıran o ahlaki üstünlüğümüze büyük zarar verdiler. Buna rağmen iktidar (özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan) bu konuda geri adım atmamış, zaman zaman çelişkili ve yanlış anlamaya müsait sözler sarfetse de, sığınmacıların arkasında durmaya devam ederek bugünlere gelinmiştir.
Bundan bir hafta önce bölgesel konjonktürün uygun olduğunu gören İdlib merkezli HTŞ'nin öncülüğündeki onlarca mücahit (cihatçı değil) grubun, aralarındaki ihtilafları sonlandırarak başlattıkları, buna Türkiye destekli SMO güçlerinin de kuzeyden verdiği destekle nerdeyse iki gün içinde Halep ve çevresi Esed güçlerinden temizlendiğinde, bütün dünya büyük şaşkınlık yaşadı. Bir haftada Esed'i Şam'a hapseden muhalif güçlerin temizlediği bölgelere tersine göç başladı.
Süreç nereye gider, nasıl evrilir, dışarıdan bir müdahale olur mu, bugünden bunları kestirmek zor. En önemlisi de muhalif grupların kendi aralarında anlaşmazlığa düşmeleri ki, birçok çevre bunun için el ovuşturup duruyor, kışkırtmalar da eksik değil tabii ama dileyelim ki, geçmişten ders çıkartmış olsunlar. İşin başından beri bir devlet aklından bahsediliyor ya, o devlet aklına burada çok daha fazla iş düşüyor, yoksa Mursi iktidarına bir yıl bile tahammül edemeyen başta bölgedeki satılmış yönetimler olmak üzere, küresel sistemin Suriye'de nelere kalkışabileceğini kestirmek zor değil.