Bir devletin yayılmacılığı içeririnde bulunduğu birkaç parametre ile hedeflenir. Bunlar; ekonomik gelişme, sınır güvenliği, nüfusun tutulması, siyasal istikrar ve komşuların zafiyetidir. Bu çerçevede "hayat sahası teorisini" hatırlamamız gerekmektedir. Ratzel'in literatüre getirdiği bir kavramdır ve bir devletin genişleme ihtiyacını anlatır. Yani devlet, canlı bir organizma gibi görülmekte, yaşamını devam ettirmek için sömürgeye ihtiyaç duymaktadır. Devletlerin yayılma ya da genişleme istediği siyasal coğrafyaların şekillenmesinde en önemli sebep olarak görülmektedir.
Bu argümanlar çerçevesinde Sırp yayılmacılığının herhangi bir parametresi olanak dâhilinde olmamasına rağmen Andrew Baruch Wacthel'in "Dünya Tarihinde Balkanlar" kitabında belirttiği üzere Osmanlı mimari mirası başta olmak üzere Osmanlı'nın tüm kodlarının bölgeden atılması ya da unutturulması mücadelesine şahit oluyoruz. Bu söylem Mark Mozewer'ın "Balkanlar" adlı kitabında "1990'ların başında Bosna-Hersek'te camiler dâhil pek çok önemli Osmanlı anıtının bombalanması yeni bir gelişme değil, çok daha önce başlatılmış bir Hıristiyanlaştırma sürecinin son aşamasıdır" tespitiyle de örtüşmektedir.
Her iki tespiti göz önüne alarak güncel Bosna krizini düşündüğümüzde AB'nin olanlara sessiz kalması, Eufor komutanının Sırpların silahlanmasını hukuki görmesi ve ihtiyaç dâhilinde bile olsa Brçko bölgesine asker göndermeyeceklerini söylemesi iç dinamikleri ortaya koyuyor. Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'nde yüksek temsilcinin raporunu veto etmesi, Dodik'in herhangi bir müdahalede dostları tarafından korunacaklarını söylemesi gibi gelişmeler Sırp yayılmacılığının hangi amaca hizmet ettiğini görmemiz açısından önemli verileri oluşturmaktadır.
ABD, Balkanlar özel elçisini bölgeye göndermişti. Elçi, Bosna'daki taraflarla yaptığı görüşmede her ne kadar entite unsurlarının Dayton'dan bağımsız hareket edemeyeceklerini, hukuki olmayan kararlar alamayacaklarını ve ABD'nin Bosna için Dayton perspektifinde olduğunu söylese de Dodik, Bosna ordusunun lağvedilmesi istedi ve bağımsız ordu kuracağını yineleyerek Bosna-Hersek devlet kurumlarının çekileceklerini tekrarladı.
Dodik, açıkladığı söylemlerinin eyleme geçtiğini bilerek tüm uluslararası organizasyon temsilcilerine rağmen geri adım atmıyor. Ayrıca Sırbistan İçişleri Bakanlığı, Zvornik yakınlarındaki Drina'da "Sistem 2021" tatbikatı gerçekleştirdi ve "Sırplar arasında artık bir sınır olmayacağını, ne zaman ihtiyaç duyulursa Bosna'daki Sırpların yardımına koşacaklarını" açıkladı. Bir başka girişim ise Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın Dodik'e askeri uçakla yapmış olduğu ziyaretle karşımıza çıkıyor. İslamofobik tavırlarıyla tanınan Orban'ın olası bir Bosna savaşında tüm gücüyle Dodik'in yanında olacağını işaret etmesi derinleşen krizin bir başka göstergesidir.
Tüm bunlar yaşanırken Türkiye şimdilik yumuşak diplomasi yürütenlerin yöntemiyle meseleye açıktan dâhil oldu. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Boşnak Sivil Toplum Kuruluşları temsilcilerini Huber köşkünde kabul ederek görüşme sonrasında "Aliya'nın emanetine halel getirmeyeceklerini ve Türkiye'nin tüm imkânlarıyla krizin çözülmesi için süreci takip ettiğini" söyledi. Bu kabulün hemen akabinde Dodik'in Türkiye'ye davet edildiğini resmi kanallar doğruladı ve Türkiye yumuşak diplomaside Bosna görüşmelerini devlet başkanlığı düzeyine taşıdı. Dodik'in Türkiye ziyaretinden sonra da Erdoğan, 1 günlük Sırbistan ziyareti planlayarak Vuviç ile görüşeceğini açıkladı.
7 Kasım'da vefat eden Aliya İzzetbegoviç'in "Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar)" davasından cezaevi arkadaşı, SDA kurucularından ve Bosna Savunmasında Savunma Bakanlığı yapan (Gazi) Hasan Çengiç'in cenazesi için Bosna-Hersek'e giden AK Parti heyeti adına açıklama yapan Numan Kurtuluş, "Bosna-Hersek'in bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü Türkiye'nin de meselesi olarak gördüğünü" söyledi. Ardından devlet başkanlık konseyinin Boşnak üyesi Şefik Caferoviç ile görüşerek "Bosna-Hersek'in siyasi birlik ve bütünlüğü için tam destekle yanlarında olduklarını" iletti.
Gelişmeleri takip ederken Türkiye'nin derinleşen krize "yumuşak güç" olarak varlığını hissettirmesini Bosna halkı memnuniyetle karşıladığını vurgulamamız gerekiyor. Bosna-Hersek başkanlık konseyi üyelerinin "Boşnak-Hırvat-Sırp) hepsinin Erdoğan'ı etkili bulması ve çözüm için arabulucu olarak görmesi (geçici) çözüm için de değerlidir. Aksi takdirde yeni atanan yüksek temsilci Christian Schmidt, Bonn yetkilerine dayanarak Dodik'i görevinden azledebileceğinin sinyallerini verdi.
Yumuşak diplomasi sonuç vermezse sonraki aşamanın azledilme olması olumluya değil, daha büyük bir krize sebep olacağı izahtan vareste olmakla birlikte geçici de olsa krizin durdurulması beklentinin altındadır. Dodik ve benzeri zihniyetlerin amacı dün olduğu gibi bugün de "Müslümanları yok etmektir." Ancak yine diyoruz ve yemin ediyoruz ki "Müslümanlar yok olmayacaktır."
Müslümanların yok olmaması için fikir, aksiyon ve mücadelesiyle Bosna için çalışan Hasan Çengiç'e ve Sancak Bölgesinin özerkliği için hayatını ortaya koyan Muammer Zukorliç'e Allah'tan rahmet, milletimize sabır diyorum. Milletimiz kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü Boşnaklar Türklerden ayrı düşünülemez.
Bir başka yazıda özellikle Hasan Çengiç'i anlatmaya çalışacağımızı not düşerek yazımıza son veriyoruz.
Vesselam…