Ben, ailemizin bakış açısı ve o zamanın gereği olarak çok genç yaşta evlendim. Liseli yıllarda evli olduğum için ihtiyaçlarımız ailem tarafından karşılanıyor, bu şekilde de hayat devam ediyordu. Eşim çok iyi aile terbiyesi almış, İslami kurallara uygun yaşamaya çalışan, yemek kültürü, dikiş nakış işleri, süt ürünleri konusunda uzman bir köylü kızıydı.
Eşimin Müslümanca yaşamasından hoşlanan rahmetlik annem: Oğlum bu kızın namazı dünyaya değer demişti. Evimizde her cuma akşamı mutlaka rahmetlik babam tarafından Yasin suresi okunur, her yıl Ramazan ayında ailece hatim yapardık. Bizim ailemiz de İslami değerlere önem veren bir aileydi. Bu sebeple beni de dinini öğrensin ve yaşasın diye moda tabirle ilahiyatçı yapmak için dini ilimlerin okutulduğu okulları tercih ettirdiler. İsabet olmuş, ben de dinimizi öğrenmeyi hele tefsiri çok sever olmuştum. Hala da uzak kalamıyorum.
Zaman ve yıllar akmaya devam ederken, artık elimiz para tutar olmuştu. Karadeniz'in güzel şehirlerinden birinde Kızılırmak kenarında bir beldede görev yapmaya başladım. Eşimi de yanıma aldım. Ben kendimi öğrencilerime verirken, mahallemiz etrafında bulunan genç kızlar ve kadınlar zamanla eşimle arkadaş oldular.
Lojmanımızın olduğu bölüm yeşillikler içinde, oturmaya sohbet etmeye, piknik yapmaya, çay içmeye çok müsait bir yerdi. Mahallenin bayanları ile eşim hemen hemen her gün dantel, işleme, dikiş-nakış ile meşgul oluyorlardı. Ara sıra da beraberce yürüyüşler yaparlar, ırmak kenarında gezerler, çeltik tarlalarında çalışan hem cinslerini ziyaret ederlerdi. Bir de eşimin yaşlarında, onunla çok samimi olan genç bir kız devamlı bizim bahçenin müdavimi idi. Bu ikisinin samimiyetini mahallemizde bilmeyen yoktu. (Bu kardeşimiz şu anda İstanbul'da oturmakta olup üç çocuk annesidir. Hala da samimi dostlar devamlı telefonla haberleşmektedirler.)
O zamanlar bu bayan boynunda kuyumcu tabiriyle beşi birlik taşıyordu. Kısaca yirmi çeyrek... Ailenin maddi gücü ancak kendilerini idare edecek bir durumdaydı. Kızları ise kendi alın teriyle çalışarak bu altınları almıştı.
Bir bahar günü birkaç genç kız, eşimle beraber bizim bahçeden kalkarak hep birlikte bayır-bucak gezmeye çıkmışlar. Öğlene doğru tekrar bizim bahçeye dönmüşler. Benim okuldan dönüş saatim yaklaştığı için oradan dağılmışlar. Aradan çok fazla zaman geçmeden kızlar beraberce hızlı adımlarla adeta koşarak geri dönmüşler. Çünkü genç kızın boynundaki altın takı kaybolmuş. Bahçede çimenler ve otlar arasında arama tarama yapmışlar. Bahçe tahminen 300 metrelik bir yer. Evden eşimi çağırıp beraberce yeniden tarama yapmışlar. Fakat bütün aramalara rağmen altını bulamamışlar. Tabi ki kızın iki gözü iki çeşme günlerce ağlamış. Üzülüp fenalaşmış. Ben de aramalara katıldım. Çok ince, kendimce detaylı bir şekilde arama yaptım ama maalesef sonuç alamadım. Mahallede bu olay haliyle yankı buldu. Herkeste aranan bir cevap vardı. Altın nerde veya kimin cebinde? Genç kızın annesine göre altın kesinlikle öğretmenin hanımında idi. Babası ise "kesinlikle olmaz, ben o gelinden asla şüphelenmem" diyordu. Muhtemelen mahallemiz de iki görüşten birisine sahipti. Eşim de bu durumdan dolayı çok üzülmüştü. Hem arkadaşı için üzülüyor, hem de kendisi için söylenen sözler yüzünden adeta hayatı zehir oluyordu. Bütün uğraşlarımıza rağmen bir çare bulamıyorduk. O günkü durumda o altın benim için de fazlaca bir paraya tekabül ediyordu. Fakat Allah biliyor ve görüyordu ki, altın belki bizim bahçede ama asla evimizde değildi. Ama mahallemizde her iki kişisinden birisi belki de bizim suçlu olduğumuzu düşünüyordu.
Onlar bu duygular içinde iken biz yaz tatili nedeniyle memleketimize annemizin babamızın yanına döndük. Zaman aktı geçti. Yine bir okul sezonu başladı. Geldiğimiz zaman ilk merak ettiğimiz mevzu da bu idi. "Altın bulundu" diye müjde bekliyorduk. Fakat hala altın ortada yoktu. Genç kızın babası yanımıza geldi: "Hocam ben ve kızım, sizin masum olduğunuza inanıyoruz, fakat eşim benim gibi düşünmüyor." dedi.
Sonbahar mevsiminde yine bizim bahçe bir okul gibi genç kızları ağırlıyordu. Çeltik hasadı bitip üzümler derlenince bahçeler de bozulmuştu. Bütün mahalle kış için gereken hazırlıkları yapıyordu. Mahallemizden ve eşimin arkadaş grubundan olan biri Kızılırmak kenarından balık alıp dönerken, akrabasına ait bir tarlanın kenarında bir parıltı görmüş. Yaklaşınca altın olduğunu anlamış. Bir çok kısmı tozlu topraklı hatta çamur halinde olan altını eline alıp incelemiş. Hemen aklına altını kaybolan kız gelmiş.
Aman yarabbi! aradan beş-altı ay geçmesine rağmen kimseye görünmeyen, bir çok insanın gelip geçtiği bu yolda altın aniden ortaya çıkmıştı. Fakat işin daha ilginci altını bulan kız ise kimseye söylemeden cebine indirebilirdi. İşte iman ve ihlasın üzerinde bulunduğu, helal-haram kavramını yaşayarak tanıtan bu genç bayan, altını getirip sahibine yani arkadaşına teslim etti. Allah kendisinden ebeden razı olsun. Bu güzel hareketiyle hem Müslümanlara örnek oldu hem de eşimin üzerindeki olumsuz düşünceleri izale etmiş oldu.
Haber hemen duyuldu. Sevinçler paylaşıldı. Zamanla bizim lojman adeta ziyaret yerine dönüştü. Hemen hemen herkes geliyor eşimi tebrik ediyordu. O kızımızın annesi dahil suizanda bulunan herkes özür diliyorlardı. Gerçek olan şu ki, Allah yıllarca kendisine samimiyetle ibadet eden bir kulunu ödüllendirmişti. Kim bilir belki bir imtihandı. Biz evimizde günlerce şükür secdeleri yaptık. Yaratan bize acımış ailecek temize çıkarmıştı.