Ramazan vesilesiyle camilerimiz şimdilik tıklım tıklım en azından Ramazan öncesine göre. Gelin görün ki; cami görevlileri teravih namazını hızlı kıldırsa bir türlü, yavaş kıldırsa bin türlü suç(!) Her ikisinin de müdavimi var; müdavimler camiyi karıştırırlar/tutturamazlarsa seyredin gürültüyü.
Nüktelere ayak vermek için böyle giriş yaptım yazıya.
Buyurun onları okumaya:
Sultan II. Mahmud Han asr-ı ricalinden bir zât, Ramazanda bazı ahbab ve tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.
Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekatın tahıyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:
"Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim" diye düşünüp safa dahil olacağı sırada cemaat selam vermiş.
İzzet Molla dönüp adama şöyle demiş:
"Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?"
**
İki kafadar Ramazanda kadı kıyafetine girip köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup, cevap veremeyen köylüleri falakaya yatırarak para kazanmaya başlamışlar. Kadı efendinin bu durumdan haberi olunca bunları yakalatmış ve;
"Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının" diyerek kırk sopa attırıp salıvermiş.
İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:
"Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup biraz dinlenelim" deyince diğeri:
"Yürü, yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı efendi Teravih namazını unuttu. Eğer hatırlarsa vay halimize."
**
Alim bir zat kürsüde vaaz ederken, dinleyenlerden biri aklına takılan bir hususu sormuş. Vaiz:
"Bilmiyorum!" demiş. Adam:
"Bilmezsin de bu kadar yükseğe niçin çıktın?" deyince vaiz:
"İlmim kadar yükseldim. Cehlim kadar yükselseydim semaya kadar çıkardım." cevabını vermiş.
**
Ramazanda iftar sofralarından sonra yapılan sohbetlerin bir mevzuu da hiç şüphesiz oruç borcudur. İnsanlar çeşitli sebeplerle tutamadıkları oruçlardan söz açarak borçlarının azlığı-çokluğu, nasıl tutacakları ilh. konuları mevzu ederler. Haşmet ile Ragıp Paşa bir iftar sonrası böyle bir sohbetin içindedir. Herkes oruç borcundan söz etmekte iken Ragıp Paşa'nın dikkatini Haşmet'in sessizliği çekmiş. Sözü Haşmet'e getirerek ona laf atmış:
"Ne o Haşmet, hiç sesin çıkmıyor, senin borcun yok mu?" Şair hemen cevap vermiş:
"Var efendim…" Sadrazam:
"Ne kadar?" diye sorunca Haşmet, fırsat bu fırsat deyip saymaya başlamış:
"Bakkala 800 kuruş, kasaba 500 kuruş…" Haşmet daha sayıyormuş ki sadrazam onun sözünü kesip:
"Be adam, ben bunları sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum" deyince şair bozuntuya vermeden olgun bir şekilde amacına ulaştığını düşünerek şu cevabı vermiş:
"Paşam ne bileyim: oruç borcunu Allah sorar, siz olsa olsa kul borcunu sorarsınız diye düşündüm."
**
Bir gün bektâşîye niçin oruç tutmadığını sormuşlar:
"Vallahi tutmak isterim ama halim, mecalim yok" demiş.
"Peki iftara çağrılırsan gider misin?" demişler.
"Aaaa. Tabii ne yapar, yapar giderim" demiş.
"Canım bu nasıl olur? Allah'ın emrini dinlemiyorsun da, kulların davetine icabet ediyorsun" diye sitem edilince de:
"Eee, Cenab-ı Hak, merhametlilerin en merhametlisidir. Kullarının günahlarını affedebilir. Fakat insanlar en küçük ihmalde güceniverir. Bunun için davetleri kaçırmam" cevabını vermiş.
**
Yazımızı Ecdadımız zenginlerinin güzel örneklik teşkil eden bir âdetiyle noktalayalım:
Ramazan günlerinde çoğunlukla zenginler, tebdil-i kıyafetle hiç tanımadıkları mıntıkalara giderler, tenha zamanları kollayarak bakkal, manav dükkânlarına girer ve sorarlarmış:
"Zimem defteriniz (veresiye defteri) var mı?"
Esnaf bu defteri çıkarınca gelen şöyle dermiş:
"Lütfen baştan sondan veya ortadan şu kadar sahifenin yekununu yapınız."
Esnaf söyleneni yapar, gelen de kesesini çıkarır ve hesabı ödermiş. Ardından da:
"Silin borçlarını... Allah kabul etsin!" der ve çeker gidermiş.
Borcu ödenen, borcu ödeyenin kim olduğunu, borcu sildiren de kimi borçtan kurtardığını bilmezmiş. Çünkü hepsi sadece ve yalnız Allah rızası içinmiş...
Vesselam.