Merhaba Filistin… Seni dinliyorum çocukluğumdan beri. Yıllar geçti büyüdüm senin hikâyenle. Kucağında beyazlara sarılmış yavrusunu öpmelere doyamayan annelerinle aynı yaştayım şimdi. Hep gördüm ki sen kendi başının çaresine bakarsın, ara sıra dönüp bir de bize bakarsın, bizse hala kızarabilen yüzümüzü önümüze eğeriz. Sen anlarsın ve dönüp mücadelene tek başına devam edersin. Çok sorunum var nasıl mücadele edeceğim bilmiyorum. Bana da mücadeleyi öğretebilir misin Filistin?

Senin annelerin şehadet şeklini tasarlarken ben yıllar sonrasını hesap etmeye devam ediyorum. Sen saatlere dayanan planları bırakalı çok oldu değil mi? Biz burada hala çocuklarımıza ‘büyüyünce ne olacaksın?’ diye sormaya devam ediyoruz.

Sen, varsa kalan çocukların ya da ailenden birkaç kişi, ‘bir öğün yemeği nasıl pişirsem’ derken ben kalori hesaplarına devam ediyorum.

Sen yağmur gibi yağan zulmün altındayken, ben ‘ya yine ülkeme mülteci akını olursa’ derdini çekiyorum.

Sen, bebeklerini ellerinde ekmeğiyle, o anda solduran kurşunlara göğsünü siper etmeye hazırsın. Oysa ben o kurşunları satın alan kahvemden uzak kalmanın, çocuklarımın giysilerine bulaşan çikolata lekelerini başka deterjanın çıkaramayacağının düşüncesindeyim.

Senin yıkık evlerin, terlikli çocukların, ağlayan annelerin benim gözümde olağanlaştı Filistin. Bir bebek elinin yıkıntıların altından gökyüzüne uzanışını gördüğüm anda durması gereken dünyam durmuyor. Akşama yapacağım yemeğin tarifine bakmak için yeni bir sekme açıveriyorum o bebeği öldüren bombayı satın alan telefonumda.  Kefenlenmiş yavrusunu kucağında öpmelere doyamayan anneyi izliyor, ardından çocuğuma parasıyla bembeyaz minik bebek kefenlerini kırmızıya boyayan yeni ayakkabıları alıyorum. Başka marka alsam ya da hiç almasam demek zor geliyor ama bir tek benimle ne olacak demek çok kolay. Oysa sen bu gece bir tek kurşun az düşse ne güzel olurdu diyorsun. Bir kurşun az düşseydi belki de o bebek de annesini öpüyor olacaktı. Neden ben hala ne alsam derdindeyim şu dumanlı başını kaldırıp bana da anlatır mısın Filistin?

Dört çocuk izliyorum, içlerinden birinin henüz bebek olan kardeşini battaniyeyle taşıyorlar. Bebeği eğlendirip güldürüyorlar taşırken, kendileri de gülüyorlar. Oyunlarının ismi soruluyor ‘şehitçilik oynuyoruz’ diyorlar. Bebek şehit olmuş onlar da taşıyorlarmış. Akşam olmadan onlardan birini şehit edecek mermilerin satın alındığı tabletleriyle savaş oyunları oynuyor çocuklarım. Onları izliyorum. Dünya durmuyor Filistin. Dönmeye ve ertesi günkü sayıları sayfa sayfa kaydetmeye devam ediyor.

Hitit Üniversitesi dünyanın 'en'leri arasında Hitit Üniversitesi dünyanın 'en'leri arasında

Senin yıkık evlerin, terlikli çocukların, ağlayan annelerin benim gözümde olağanlaştı Filistin. Yine sen ayağa kalkıp beni de kaldırır mısın? Sen zaten uyumazsın ki daha isabetli vurulmak için fişeklerle aydınlatıldığın gecelerinde. Beni de uyandırır mısın? ‘Onun yerine şunu da tüketsem olur’ fikrini alkışlar olduk biz burada. Bebeklerin aç uyurken bize bunun ne düşük bir insaniyet olduğunu anlatır mısın?

Senin de portakal ve zeytin ağaçlarının olduğunu gösterebilir misin bize?  O güzel bahçelerinde koşan ayakkabılı, taranmış saçları tokalı, giysilerinde kan kırmızısı değil de az önce yediği çikolatanın lekeleri olan çocukların olduğunu gösterebilir misin?

Bu sabaha da uyan lütfen ve hepimizi uyandır yine tüm iş sana kaldı, bizim uykumuz çok ağır Filistin.

Pınar Ayşe Gidiş (Siyaset Bilimi Doktora Adayı)

Editör: Çorum Hakimiyet