HABER/YORUM-EROL TAŞKAN
Tarih boyunca sayısız değer yetiştiren bu topraklar, bugün de hepimizin göğsünü kabartan isimlerin varlığına şahitlik ediyor. Değerli hocamız Hasan Tuluk'u ifade ederken gönlümüzdeki müstesna yerini tarife dilimiz yetmez kelimelerimiz kifayetsiz kalırdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden ödül alan değerli hocamız, devletimizin tanımıyla YAŞAYAN İNSAN HAZİNESİ olarak tanımlandı.
"İşte budur" dedi insanlar. Hocamızın hakkı kelimenin tam anlamıyla tarif edildi bu vesileyle. Hocamızı tanıyıp ta gıpta etmeyen yoktur. Haline, hareketlerine, bitip tükenmez nezaketine, sözlerindeki saygıya, adeta sonsuz bir derinliğe sahip beyefendiliğine herkes hayrandır.
Hocamızın ortaya koyduğu kişiliği ve elinden hayat bulan tüm eserleri, O'nun hayata tezahürü oldu. Yapay davranışlar, kibirlerin örgülediği yapmacık davranışlar, menfaatlerin öncelendiği ilişkiler sarmışken dört bir yanımızı, içimizde, hayatımızın tam da orta yerinde var olan bu değerli insan, istikamet ve samimiyet timsali olarak hayatını sürdürdü.
O'nu tanıyan yaşıtlarının çocukluk zamanlarından şahitliğinden anlıyoruz ki, değerli hocamız 7'sinde neyse, 70'inde de aynı.
Adına istikamet denilen bu erdemi, hayatının tüm anlarına işlemiş. Üstelik suya işler gibi değil, taşa işler gibi işlemiş.
Demiri hamur etmiş, gönlünü katmış. Üstün karakterinden gönlüne süzülen, oradan da elinden soğuk metallerin üzerine nakşettiği eserlerini gülümşetmiş insanoğlunun yüzüne.
Hamur etmiş demiri, baktıkça bakası gelmiş insanların. Hayran olmuşlar, gıpta etmişler.
Geriden bakılınca imrenilesi ve baştacı edilesi bu yaşamın tüm güzelliklerini çevresine, memleketine ve ülkesine sunmuş sunmasına da, bunun en ağır yükünü de yıllarca omuzlarında ve o naif yüreğinde taşımış.
Kıran olmuş, inciten olmuş. Kıskananlar da cabası. Adı yükseldiği zaman yanına yöresine doluşup güzelleme yapan insanların O'nu anlamak yerine O'ndan istifade ediş çabaları ve daha fazlasını neredeyse ömrü boyunca yaşamış olsa da yılmamanın-bıkmamanın abidesi gibi sapasağlam bir duruşun ismi olarak yer etti gönüllerde.
Saygının yaşayan şelalesi oldu her daim. Saygısızlar bile ezildi O'nun okyanuslar kadar derin ve engin saygısının karşısında.
Kendi ifadesiyle 6 yaşında babasının çalıştığı bakırcı dükkanında uyuya kaldığında, birilerine gürültü gibi gelen çekiç sesleri O'na ninni gibi geldi. Uyudu, uyuyakaldı o seslerin kendine serdiği huzur dolu yataklar içerisinde. Her çekiç sesi, kalbinin atışıyla bütünleşip, sanatının bitip tükenmek bilmeyen ritmini gönül notasına dönüştürdü.
Ve böylece gönlüne akan ırmakların tutulduğu bentlere çekiciyle yol verip, insanlığın hizmetine sundu, kültürümüzün yaşatılmasına vesile oldu. Her bakanın bir daha bakmaktan kendini alamayacağı güzellikleri yeşertti.
Evinin bir odasında başlayan çalışmalarından bugünümüze gelinen nokta, öyle tereyağından kıl çeker gibi zarsız zahmetsiz de olmadı aslında.
Evinin bir odası derken, öyle zannedildiği gibi dört başı mamur bir atölye yoktu hocamızın hayatında. Aynı odada eşi ve evlatları günlük hayatlarını sürdürürken, O bir kenarda elindeki çekiciyle hayallerini metale nakşetmiş. Eşi ve evlatlarının her türlü fedakarlığa katlandığı bu başarı hikayesinde, görünürde Hasan hocamızın ömürlük emekleri, görünmez tarafında da ailesinin bir gün bile kaşlarını dahi eğmedikleri üstün fedakarlıkları var.
Ve bugün geldiğimiz noktada, Hasan Tuluk hocamız başta olmak üzere kıymetli eşi ve evlatlarının tüm emekleri ve fedakarlıkları devlet nezdinde en üst makamdan karşılık buldu.
Kendisi bu ödülünü ifade ederken, "Ömrümü vakfettiğim çalışmalarımın taçlandırılması" sözleriyle duygularını paylaşıyor.
Evi yıllar boyunca müze gibi hizmet verdi. Gece gündüz demeksizin, çoğunlukla da çat kapı gelen misafirler, nezaketin ve misafirperverliğin en üst seviyesinde ağırlandı.
Tüm aile etle tırnak gibi kenetlenip, Hasan hocamızın içinde yanıp tutuşan sanat aşkına adeta çıra taşıyıp, o alevin eksilmesine fırsat vermedi.
İlk bakışta metale işlenmiş harika bir sanat gözüküyor olsa da, temelinde örnek bir aile yapısı çıkıyor karşımıza. Öyle güzel bir yuva inşa etmişlerki, hiç bir zorluk onlar için umutsuzluk olmamış. En zor günlerini birbirlerine olan bağlılıklarıyla kolaylaştırıp, birbirlerine olan sevgilerini yüceltmişler.
Kimisi sanatını, kimisini sözlere sığmayan sağlam ve nezaketli davranışı kendine örnek alırken, Tuluk ailesinin bitip tükenmek bilmeyen huzur, saygı ve anlayış dolu aile hayatını örnek alıyor.
Hayatın hangi yönünden ele alırsak alalım, topluma hep değer katan en güzel örnekliklerin kaynağı olmuş bu güzide aile.
Selam verip hanelerine misafir olduğunuzda, gül yüzlerinden süzülen muhabbetlerine muhatap olduğunuzda, eserlere süs eşyasına bakar gibi değil de sanat güzeyle bakabildiğinizde, o haneden alabildiğiniz kadar huzur, bereket ve gönül hoşluğu ile ayrıldığınızı farkedersiniz. Girerken ki sizle, çıkarkenki sizin aynı olmadığını, hayatınıza-bakış açınıza bir güzellik perdesi aralandığını o an hissedersiniz.
Ruhunuza doluveren güzelliklerin, gönlünüzde estirdiği huzur fırtınasının girdabında savrulursunuz.
İşte insan öyle olmalıki, bir nefeslik karşılaşmanızda bile size iyilikler, mutluluklar ikram etsin.
Yaşayan İnsan Hazinesi olarak ödül alan Hasan Hocam, tam da bu tanıma bi-hakkın uyuyor. O'nunla görüşüp, iki kelam ettikten sonra, size olan yansımanın izleri, toprağa düşen cemre gibi içinizi kıpır kıpır ettiriyor. Duygularınızın bereketlendiğini, daha derinlere kök saldığını o dakika hissedebiliyorsunuz.
Bir hazineye rast gelip de ondan istifade etmeyen var mıdır?
Kıymetli hocam, ömrünüz var olsun. Sağlık, huzur, mutluluk hanenizden de gönlünüzden de eksik olmasın.
İyiki varsınız.
Darısı Müze Hayaline
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden torunu Dilruba Nisa ile birlikte ödülünü alan Uluslararası Metal Sanatçımız gönül insanı Hasan Tuluk hocamız, Yaşayan İnsan Hazinesi olarak ilan edildi. Ömrünü adadığı sanat yolunda çok değerli bir ödüle kavuşan Hasan Tuluk hocamızın en büyük hayallerinden birisi de, maddi olarak asla paha biçilemeyecek derecede olan eserlerinin müzeye kavuşması.
Müze derken herhangi bir müze olmaktan öte, eserlerinin layıkıyla sergileneceği, gelecek kuşaklara aktarılacağı, kültürümüzün yansıtıldığı kurumsal bir yapıdan söz ediyoruz.
Bu vakte kadar, özellikle 6 yıl emek verip Türkiye başta olmak üzere dünyada eşi benzeri olmayan Selimiye çalışması hocamızdan çok defa istenmiş.
Kimi yetkililer zamanında hocamızın müze hayalindeki derinliği anlamayıp ya da anlamak çabasından uzak kalıp, "Hocam siz eserinizi paketleyin, Çorum müzesi yetkilileri gelip sizden alsınlar, depoya koysunlar. Biz de oradan alır uygun bir yerde sergileriz." babından sözlerle güya hocamıza katkı sunmak istemiş.
Demişler demesine de, hocamızın müze hayalinden neyi murad ettiğini bir türlü anlayamamışlar.
Hocamızın hayalini anlayabilmek için ilk önce o eserlere bakabildikleri kadar hocamızın gözünden bakmayı denemeliler. Bu eserlerin duvar süsü olmadığını, hocamızın gözünde bir ömür kadar kıymetli, bir evlat kadar değerli olduğunu anlayabilmiş olsalardı, üstün körü bir tavırla bu güzelim eseri niceleri gibi müze depolarında hapsetme tavrına girmezlerdi.
Dedik ya darısı müzeye olsun diye. Hocamızın müze hayalinden anladığımız, kurumsal bir çizgide, eserleri başta olmak üzere Çorum'un kültür ve sanat hayatına sonsuza kadar ışık tutacak bir yapı.
Tek başına bir müzeyi donatacak kadar esere ve kayıtlara sahip olan hocamızın hayat hikayesini geleceğe taşımak için bile müstakil bir müze haktır. Kaldı ki hazine olarak adlandırılan hocamız, benliğindeki hazineleri ete kemiğe büründürüp, insanlığa miras kalacak değerlerde eserlere imzasını atmış.
Bedenler fani olsa da, ismini ölümsüzler listesine yazdıran değerli hocamızın bizlere bıraktığı hazine değerindeki tüm mirası, bu milletin özvarlığıdır. Sahip çıkmak, geleceğe taşımak, genç nesillerimize hocamızın müstesna kişiliğini ve gözler önüne serdiği eserlerine sahip çıkmak, başta hepimizin görevi, ardından da devlet kurumlarının görevidir.