Fârûk kelimesi, "iki nesnenin arasını ayırmak" mânasına gelir. Hz Ömer'e de Hakkı batıldan ayırt eden anlamına gelen Fâruk ismi, bizzat Peygamberimiz tarafından verilmiştir.
Et-Taftazânî Hz. Ömer'e Fâruk isminin, hükümlerinde ve davalarda hak ile batılın arasını ayırdığı için verildiğini belirtir. Hz Ömer müslüman olduktan sonra İslam'ı yaşama ve Peygamberimize yardımcı olma konusunda kabına sığmaz ve yerinde duramaz hale gelerek "Ey Allah (cc) ın Resulü, biz ölsek de yaşasak da Hak din üzere değil miyiz?" diye sorar. Peygamberimizin de; "Evet, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz kalsanız da ölseniz de Hak din üzeresiniz." diye cevap verince, "Öyle ise hâlâ ne diye gizleniyoruz? Seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, korkmadan, çekinmeden, cesaretle bütün şirk meclislerine gidip Kur'an ın mesajını açıklayacağım" Bunun üzerine Peygamberimiz de, "Dârü'l-Erkâm"dan çıkarak, sağında Hz. Ömer, solunda Hz. Hamza, diğer sahâbîler arkalarında, Mescid-i Harama girerler. Peygamberimizin başını bekleyen müşrikler, bu manzara karşısında şaşırıp kalırlar. Şaşkın, ürkek ve korkak bakışlarla, bir Hz. Ömer'e, bir Hz. Hamza'ya baktıktan donra; "Ey Ömer, arkanda ne var, ne ile geldin?" diye sorarlar. Hz. Ömer de, "Lâ ilâhe İllâllah, Muhammed'ür-Resûlullah ile geldim." Peygamberimiz ve yanında bulunanlar o gün ilk defa rahatça Kâbe'yi tavaf ederler ve topluca vakit namazlarını kılarlar. İşte o zaman Allah Resûlü, 'Hak ile batıl olanın arasını ayırdı diye kendisine Fâruk ismini verdiği rivayetler arasındadır. Önce Hz Hamza'nın, akabinde de Hz Ömer'in Müslüman olması, Kur'an ın mesajının tebliği ve Müslümanların müşriklerin baskılarından sıyrılarak ibadetlerini serbestçe ifa etmeleri hususunda büyük bir rahatlık sağlamıştır. Hz. Ömer'in Mü'minler safında yer almasının, İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Bu konuda, Abdullah bin Mesut: "Ömer'in Müslüman olması, İslâmiyet için bir fetih, Müslümanlar için bir şeref ve izzet idi. Medine'ye hicreti nusret, halifeliği de rahmet oldu. Ömer Müslüman oluncaya kadar bizler, Kâbe avlusunda açıktan açığa namaz kılamıyorduk." (İbni Sa'd, Tabakât: 3/270).
Diğer bir rivayette ise Hz. Ömer'e Fârûk lakabının Allah veya Cebrail tarafından verildiği belirtilmektedir. Bununla ilgili olarak da şu hâdise nakledilmektedir. Medine'de bir Yahudi ile bir münafık ihtilâfa düştükleri bir konuda Peygamberimize başvurmuşlar ancak Peygamberimizin Yahudi lehine hüküm vermesi üzerine, münafık Peygamberimizin verdiği kararı kabul etmeyerek, ayrıca birde Hz Ömer'e gitmekte ısrar etmiştir. Konu hakkında Hz. Peygamber'in verdiği kararı münafıkın beğenmeyerek kabul etmediğini ve farklı bir fetva alabilir miyim diye kendisine gelmekte ısrarcı olduğunu öğrenen Hz. Ömer; Demek Allah Resulünün verdiği karara razı olmayarak benden farklı bir fetva almaya geldin öylemi diyerek münafığın kellesini gövdesinden ayırdığı şeklindedir. Bunun üzerine Nisâ suresinin 60. âyeti kerimesi nâzil olduğu ve Cebrail'in bizzat hakkı batıldan ayırt eden anlamına gelen Fâruk lakabını Hz. Ömer'e verildiği rivayetler arasındadır. (Zemahşerî, I, 536) Hz. Ali'nin de, "Ömer kendisini Allah'ın Fârûk diye isimlendirdiği bir kimsedir" dediği belirtilmektedir (İbnü'l-Cevzî, s. 14).
Peygamberimizin vefatı üzerine Ensar'ın Sâkifetü Benî Sâide'de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenen Hz Ömer yanına Ebû Bekir ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı da alarak oraya gider. Hz. Ebû Bekir onlara Ömer'i veya Ebû Ubeyde'yi halife seçmelerini teklif eder. Ancak Ömer ve Ebû Ubeyde, o varken bu görevi üstlenemeyeceklerini belirterek Hz Ebû Bekir'e biat etmişlerdi. Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti döneminde Hz Ömer ona müşavirlik ve kadılık yapmıştır. Peygamberlik iddiasında bulunanlarla savaşma konusunda bir ihtilâf olmamasına rağmen zekât vermek istemeyen kabileler hakkında ashap arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştı. "Lâ ilâhe illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususunda Hz. Ömer'in başlattığı tartışma Hz. Ebû Bekir'in namaz kılmayı kabul edip zekât vermek istemeyenlerle savaşmanın şart olduğu konusunda farklı düşünenleri ikna etmesiyle son bulmuştur. Hz. Ömer Medine'ye saldırmak isteyen âsilerin dağıtılması konusunda önemli görevler üstlenmiştir. Peygamberlik iddia eden Tuleyha b. Huveylid üzerine bizzat yürümeye hazırlanan halifeyi Hz. Ali ile birlikte bu kararından vazgeçirirler ve ordunun başına Hâlid b. Velîd'in getirilmesini sağlarlar. Ticaret yapmayı sürdürmek isteyen Hz. Ebû Bekir'e bunun uygun olmayacağını ve halifelik görevlerini aksatabileceğini ileri sürerek beytülmalden maaş bağlatılmasını sağlamıştır. Müseylemetülkezzâb ile yapılan savaşda (11/632) hâfız sahâbîlerden bir kısmının şehid düşmesi üzerine, Kur'an ayetlerinin toplanarak bir araya getirilmesini Hz. Ebû Bekir'e açarak halifeyi ikna etmiş ve vahiy kâtiplerinin yazdığı dağınık haldeki ayet ve surelerin Zeyd b. Sâbit başkanlığında bir heyet tarafından bir araya getirilmesini sağlamıştır. Hz. Ebû Bekir Medine'den ayrıldığında veya hastalığında kendisine vekâlet etmiş ve Hac mevsiminde de emir-i hac olarak görev yapmıştır.
Hz. Ebû Bekir namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Hz Ömer'e bırakmıştır. O nu yerine halef tayin etmek üzere de Abdurrahman b. Avf, Saîd b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr gibi sahâbîlerle istişare yaptıktan sonra, Hz. Osman'ı çağırarak bu hususta bir ahidnâme yazdırıp mühürler. Yanına Ömer ile Osman'ı da alarak Mescid-i Nebevî'ye giderek halka şöyle seslenir: "Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah'a Andolsun ki bütün gücümle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb'ı halife olarak uygun buldum. Onu dinleyin ve ona uyun" orada bulunanların hepsi de olumlu cevap vermişlerdir.
Adalet denilince ilk akla gelen, ömrünü islama adayan o vefâkar ve cefâkar sahabeyi rahmetle anıyoruz. Ruhu şâd olsun.