OKUL BİRİNCİSİ

Konuşmak, konuşabilmek gibisi yok. Derdini, meramını anlatabilmek… İfade etme kabiliyetine sahip olmak. Ağzıyla diliyle olmasa bile mimikleriyle, kaşıyla gözüyle konuşabilmek. Karşıdaki insanın uzaklığını ya da yakınlığını tayin eden bir seviye birimi bile bulunabilir yakında…  Adına da seviye metre derler sanırım! Bundan daha önemlisi de anlamak. İnsanlar konuşmaya harcadıkları enerjinin yarısını anlamaya harcasalardı, dünyada hiçbir mesele kalmazdı! 
Günümüzde bu konularda başarılı olan insanların, çevrelerinde kurdukları yapıcı diyaloglar marifeti ile kendilerini ve bulundukları yapıları geliştirdikleri görülmüştür. Verimlilik, üretim, pazarlama, satış, istihdam gibi konu başlıklarına uygun olarak aranan insan tipinin en önemli kıstası olarak karşımıza çıkmakta: İletişim… Birçok üniversite bünyesinde bu ihtiyaca binaen açılmış bölümler bulunmakta. Bütün bunlara rağmen yine son zamanlarda her köşe başında gördüğümüz rehberlik danışma, psikolojik gelişim, eğitim koçluğu gibi hizmetlerin de çoğaldığını görüyoruz. Demek ki konuşamıyoruz! Demek ki anlaşamıyor, anlayamıyoruz…
Aldığım ürünleri kasaya doğru götürürken arkadan gelen bir bayan sesi duydum: 
- İkinci kasa lütfen!
Mağaza boştu. Memlekette binlerce şubesi bulunan gözde bir mağaza çalışanı olmak kolay değildi. Okulunu başarı ile bitirmiş, birçok testten geçmiş ve buraya gelebilmek için tahmin bile edemeyeceğim çamurlar çiğnemiş birisi sesleniyordu... Yirmi birinci yüzyıl mağaza çalışanı olmak bambaşka bir şeydi! Bulunduğu yerin her şeyiydi o… Kasiyer, mal çekici, tezgâh düzenleyici, barkot değiştirici… Her şey! "Büyük mağazacılık" denen şey başka nasıl olabilirdi ki? Normalde beş kişinin çalışması gereken yerde bir kişi nasıl çalışabilirdi ki? Patronlar daha zengin nasıl olabilir, bir verip nasıl beş alınabilirdi ki? Bu zayıf çelimsiz kız, tüketim canavarı sistemin en sonunda görünen tek ve yegâne yüzüydü. O, memlekete nam salmış koskoca bir imparatorluğun, her ay düzenli yatırılan sigortasına sevinip, okul birinciliğini çoktan unutmuş bir üyesiydi…
Yaşıtları gibi süsü makyajı yoktu. Hayallerini süsleyen yapbozun parçalarını bulup birleştirme çabası da yerini umutsuz çırpınışlara bırakmış gibiydi. Aldıklarımı barkod okuyucudan geçirirken ki davranışları öyle söylüyordu. 
Sonra birden, kireç tutmuş, sürçmekten yorulmuş ve üzerini de betonla örüp kapattığımız dilimizden, raflardaki ürünlerle bir olmadığımızı hatırlatan sözlerin dökülmesi gerektiğini hissettim. Mağazadaki indirimli ürünler bölümündeki deterjan kadar da mı cesur olamaz şu insan! Nedir bu ketumluk? Neden bu uzaklık? Bir söz söylesem, belki oturup ağlayacak… Bam telinin uzaklığını kestirmek çok zor. Öyle bir şey demeliyim ki üzmesin, bozmasın, dağıtmasın… 
Bunları düşünürken hiç ummadığım bir şekilde söze o girdi:
- Hocam merhaba. Beni tanımadınız mı? Ben Kevser…
Evet, bu oydu! Kevser… 
Çok başarılıydı. Meslek Lisesi düzleminde, olabilecek en iyi öğrenci modeliydi. Aynı çatı altında bulunduğumuz dört yıl boyunca, onunla ilgili en ufak olumsuz bir şey duymamıştım. Aynı zamanda çok aktif ve sosyal bir öğrenciydi. Okul çapında yapılan ses yarışmasında ikincilik ödülü olarak aldığı gitara çok sevinmişti. Hedefleri olan bir öğrenciydi. Ailesinin de kardeşleri arasında en çok güvendiği oydu… Teneffüste öğretmenler odası kapısı önünde görürdük onu. Koltuğunun altında bir test kitabı, gözüne kestirdiği bir öğretmenin yolunu gözlerdi. Öğretmenler de durumunu bilir, "yine mi sen!" diye takılırlardı. Lise'nin üçüncü senesinde ikinciliği başkasına kaptırdı diye çok üzüldü. Lise mezuniyet töreninde en çok sevinen oydu. Okul birinciliği onundu. Artık yolu açıktı. Çabalarının, emeğinin karşılığını alacağını düşünüyor, sevinci gözlerinden taşıyordu. Hep hayalini kurduğu ana sınıfı öğretmenliği çok yakındı. 
Ne yazık ki çalkantılı eğitim sistemimizin, Kevser'in hayallerinden, umutlarından haberi yoktu. Önce ana haber bültenlerinde bir alt yazı olarak geçti. Zaten haber kanalları ve özellikle de alt yazıları felâket tellâlı gibidir. Bu da öyleydi. Kevser'in tercih ettiği bölüme destek olacak meslek lisesi ek puanının kalktığı söyleniyordu. Oysa O, sırf bu yüzden bu okulu tercih etmişti!
Sonrasında uzun süre haber izlemedi. Hele alt yazılara hiç bakası gelmedi.
Üniversite sınavı bu haberin moral çöküntüsüyle geçti. Sonuç hüsrandı. Gelecek sene bir daha deneyebilirdi. Dershane masrafı onu bu düşüncesinden de geri bıraktı. Evde iki tane daha okumayı bekleyen kardeş ve emekliye ayrılmış bir baba vardı. Anne ise hastaydı ve artık gündeliğe de gidemiyordu. 
Kuzenin askere giderken yerine onu tavsiye etmesi ona can simidi olmuştu. Bu mağaza işi böylece gerçekleşmiş, en azından bir işin ucundan tutmayı başarmıştı.
- Evet, tanıdım. Tabi ya… Kevser!
Ne konuşabilirim ki? Biraz önce konuşmak için bir kelime arayan adam, ben… Ne diyebilirim ki? Karşımda bir eğitim kurbanı! Ve ben eğitimci… Temsil ettiğim sistemin bir paydası. Hesap ver deyip boğazıma sarılsa! Haklı…
Sen yaptın, senin yüzünden deyip bir nâra atsa yine haklı… Siz değil miydiniz bana harikasın diyen, siz değil miydiniz beni övüp göklere çıkaran? Ne oldu ha! Ne oldu bir senede? Söyle!
Barkot okuyucudan geçirdiği ürünleri hızlıca poşete doldurdum. Fişi almadan çıktım mağazadan… 
Hep yapmaya alıştığımız gibi, bir enkazın yanından kaçar gibi, tozu dumanı bulaşmasın diye sekerek uzaklaştım. Arkama baktım. Gelmiyordu… O mağazaya bir daha gitmem diye düşünüyordum. Hiç katil ile maktul bir araya gelir mi? Benimkisi bu davada sadece şartlı salıverilme olabilirdi. 
Eve gittiğimde çok yorgun olduğumu hissettim. Televizyonu açtım. Haber kanalı alt yazısı, bir siyasetçinin eğitim öğretim ile ilgili gerçekleştirmeyi düşündükleri değişikliklerden bahsediyordu.