Nankörlük Örnekleri

Yapılan iyiliğin kıymetini bilmemek, en çok yaygın olan nankörlük türüdür. Çevrenizde bunun örnekleri çoktur. Zamanında bir işe yerleşmesinde, bir sanat sahibi olmasında, elinin ekmek bulmasında, okuyup meslek sahibi olmasında, iş hayatında, sosyal çevre sahibi olmasında… birilerine yardımcı olmuşsunuzdur. Bunların her birisi bir iyiliktir. Mayası sağlam olan insan, bunları asla unutmaz. Yeri geldiği zaman, iyilikle karşılık vermeye çalışır. Aksi takdirde iyilik yapan kimsenin bir şeyi eksilmez ama nankörlük yapanın karakteri ortaya çıkmış olur. Yavuz Bülent Bakiler, bunları şöyle tanımlar:
"Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum,
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç."
Kendisine zamanında yapılan iyilikleri hiçe sayıp nankörlük eden kimseler, kendisine sunulan nimeti görmeyen kimsedir. Hacı Bektaş Veli, onun içindir ki "En büyük körlük, nankörlüktür" der.
Alman Şairi Goethe'nin diliyle "Nankörlük, zayıf adamların işidir. Kudretli insanlar içinde asla nankör olana rastlamadım."
Nankörlük, en küçüğünden en yaşlısına kadar her yaştaki insanda görülebilir. Anne babasına, hocasına, ustasına, onu meslek sahibi yapan kişiye saygı duymayan, hatta ona düşmanlık besleyen nice insan müsveddelerine rastlamak mümkündür. "Besle kargayı, oysun gözünü" atasözü, işte böyleleri içindir.
İnsana ve hele de mümine nimete karşı şükran duymak, minnet bilmek yakışır. Şeyh Sadi: "Minneti bilen akıllı kimseler, nimeti şükran çivisiyle perçinler" diyerek bunu vurgular.
Nankörlük, günümüzde en revaçta bir davranış türü oldu. Köprüyü geçene kadar birilerinin sırtına binmek, işi bitince olmadık hakaretlerle onu kötülemek maharetmiş gibi yaygınlaştı. Köşe kapmanın, makam sahibi olmanın meşru yolu gibi gösterilmeye başlandı.
Basında, medyada bunun binlerce örneği var. Ekonomik ve siyasi haberlere bakıldığında zamanında onu o mevkiye taşıyanların bir kalemde nasıl silinip atıldığını görüyoruz.
Bu da yetmiyor, televizyonlarda nimetleri ayaklar altına alan, küfran-ı nimet tanımına tamı tamına uyan yarışma programları düzenleniyor. Adı yemek yarışması ama malzemelerin hiç edildiği, pişirilen yemeklerin hiç birine değer verilmediği, hatta ölçüsüz ve seviyesiz hakaretlere uğradığı bir düelloya benziyor.
O yarışmalarda gelinler kaynanalarla, kaynanalar gelinlerle didişiyorlar. Aile içinde kalması gereken pek çok sır, kamuoyu önünde tartışılıyor. Toplumsal yapımızın çekirdeğini oluşturan aile kavramı, medyada didik didik ediliyor, parçalanıyor.
Pişirilen yemekler, milyonlarca insanın evinde bulamadığı, ekonomik şartlar nedeniyle yiyemediği gösterişli, lüks ve nadir yemekler. Onlara yapılan eleştiriler, o kadar ağır ki seyredenler kadar program yapıcıları da bazan çıldırıyorlar.
O programları seyrettikten sonra haber kanallarına bakıyoruz. Mesela Gazze'de bir dilim ekmek, bir tabak yemek için yalın ayak saatlerce yol giden ve sıra bekleyen çocukları ve anneleri görüyoruz. Onların bu halleriyle bizimkilerin yarışmalarda sergiledikleri nankörlükleri yan yana koyup iyi düşünmek gerek.
Yapılan bu yarışma programları, öncelikle nankörlüğün reklamıdır. Ayrıca aile kurumunu temelden sorsan, akrabalık bağlarını kopma noktasına getiren programlardır. Radyo-Televizyon Üst Kurulu, ne güne duruyor? Anayasamızda ailenin korunması ilkesine aykırı bu tür yayınlara nasıl izin verebiliyorlar? Onları engelleyen, bizim bilmediğimiz başka kurallar mı var? Merak ediyoruz ve soruyoruz.
Bireysel nankörlüklerden daha tehlikeli olanı, medya aracılığıyla olanıdır. Bunu asla unutmayalım.