Kültürümüzde dünya-ahiret dengesi dün, mimariden, sanata, edebiyata hatta mezarlıkların oluşumuna kadar öyle bir titizlikle kurulmuştu ki herkes "bu gün varım, yarın yoğum" duygusunu hep yanında tutardı.
Günümüze gelindiğinde insanlar, hemen yanı başımızda olan mezarlıklardan, musalla taşlarından, ölüm temalı yazı ve çizilerden rahatsız. İlginçtir, mezarlıkların girişindeki "her nefis ölümü tadacaktır" ayetinden bile rahatsız olanlar varmış.
"Musalla taşı" üzerinde biraz sürç-ü lisan edeceğiz.
Malum musalla taşı, ölümle başlayan alemin ilk, ölüm sonrası yakınlarla vedalaşmanın son durak yeri..
Aslına bakarsanız "musalla", namaz kılınan mekan için kullanılır. Bidayetten(Asr-ı Saadetten) beri Cuma ve bayram namazlarını eda etmek üzere düzenlenmiş açık alanlar. "Namazgah" ismiyle de anılan bu yerler hemen hemen her yöremizde mevcut.
Şu anda "musalla" üzerinde cenaze namazı kılınan bir taşa izafe edilmiş "musalla taşı" özel adıyla halk arasında maruf.
Bu taş, herkesi misafiri edecek, her ne kadar bazı zevat mezarlıklar şehir dışına alındı, rahatladılar, "yaş otuz beş"i okumak istemiyorlar ama.
Korkunun ecele faydası yok. Genç yaşında(46) vefat eden Ziya Osman Saba'nın "Toprağım"dan şu mısralar meramımıza tercüman niteliğinde:
Ne kadar istiyorum, akşamleyin ezanda,
Eski bir evde olmak, orda, Eyup Sultanda;
Bir yanda ölmüşlerin, bir yanda kalmışların
*
Duyayım: gece, gündüz, hayat ölüm iç içe,
Dallara konan karga, canımı vuran serçe,
Toprakta yatan annem, eli dizimde karım.
*
Ahret dolsun içime kumruların "Hu…"sundan,
Diyeyim camiinin geçerken avlusundan,
Şu musalla taşında bir namaz yatacağım.
Edebiyatımızda ölümü konu alan eserlerin çokluğu normaldir. Divan edebiyatı şairi Baki, kadir-kıymetinin musalla taşında anlaşılacağı kanaatinde:
"Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf ".
(Ey Bâkî! Dostlar kadrini musallâ taşında bilip/Huzurunda durup el bağlayalar saf saf.)
Farkındalık adına yazılmış bir yazıdan "kendi cenazenizi hiç düşündünüz mü" sorusunun tahlili:
"Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine…
Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini…
Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı…
Görüyordum işte "babaaaa…" diye ağlayan biricik oğlumu…
Eşim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu per perişan…
Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla…
Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını…
Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan ses tonlarıyla…
Ve dostlarım… Onlar da şaşkındı…
Bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu…"
**
Böyle, duygu atmosferi içerisinde gerçekleşen Musalla taşındaki helalleşme sahneleri beni derinden etkiler.
Cenazemize saf tutanlar, hak konusunda bizden alacaklı ise, bir söz ile yaralı ise, kastı aşan bir davranış sergilemiş isek nasıl gönül rahatlığı ile bizim için "iyi biliriz, hakkımız helal olsun" diyecekler.
Yazımızın sonunda belki bilindik ama çok ibretamiz, ömrü boyunca Cami ve cemaate yolu düşmeyen, Musalla'ya yabancı olan birisin hikayesine yer vereceğim:
Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
"-Gel seni camiye götüreyim", dedim. "Bugün Cuma biliyorsun."
"-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun," dedi
"-Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum."
"-Ne bileyim olmuyor işte", dedi. "Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum." Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
"-Herhalde şaka yapıyorsun", dedim. "Bunun için cami terk edilir mi?"
"-Ciddi söylüyorum", dedi. "Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin."
Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
"-Peki", dedim. "Hayatında hiç camiye gitmedin mi?"
"-Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim", dedi. "Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum."
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı. Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
"-Hani", dedim. "Camiye gelmeyecektin?" Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
**
Vesselam...