SORU
Allah’tan umut kesilmez deniyor, uzun süre yardım gelmeyince kesiliyor?
CEVAP
İnanan bir kimsenin, Allah’tan beklediği şeylere yönelik ümit ve beklenti içerisinde olmasına recâ denir. Bu umut ve beklenti, öncelikli olarak uhrevî kazanımlara ilişkin olmalıdır. Nitekim doğru davranışlarda bulunan kimsenin Allah’tan sevap beklemesi, yaptıklarından pişman olan günahkârın da affedileceğini ümit etmesi recânın iki makbul türüdür. Dünyevî meselelerde de insanın Allah’a yönelik ümit sahibi olması aslında onun, ulaşmak istediği şeyler hususunda girişimde bulunmasının ve faaliyete geçmesinin temel sebebidir. Bu anlamda, gerekli çabayı gösterip sonrasında ümit besleyen kimse bir nevi toprağa tohum atıp ürün vermesini bekleyen çiftçi gibidir.
Kişinin ümit sahibi olması bir yandan da Allah hakkında hüsnüzan sahibi olmasıyla ilgilidir. Nitekim Hz. Peygamber “Allah, kulunun zannı üzeredir” (bk. Buhârî, “Tevhîd”, 15; Müslim, “Tevbe”, 1) buyurmuştur ki bu, şayet kul Rabbini rahmet, cömertlik ve af sahibi olarak düşünürse Allah’ın onun bu zannına göre muamele edeceği anlamına gelir.
Allah Teâlâ “Allah’ın lütuf ve merhametinden ümidinizi kesmeyin, çünkü Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser” (Yûsuf 12/87) ve “Rabbinin rahmetinden haktan sapmış olanlardan başka kim ümit keser” (Hicr 15/56) buyurarak Allah’a karşı ümitsizliğin ancak kâfirler ve yanlışa dalıp gitmiş kimselerin özelliği olduğunu bildirmiştir. Zira biraz derinlemesine düşünülürse ilâhî rahmetten ümit kesmenin, ancak ya Allah’ın iyilik yapmaktan âciz ve merhametsiz olduğuna veya O’nun her şeyi bilmediğine ya da cömert davranmadığına inanmaktan kaynaklanabileceğini söylemek mümkündür. Böyle bir şey ise ancak kâfirlerden beklenebilecektir. Yüce Allah, bir kudsî hadiste de Hz. Peygamber’in nakliyle “Rahmetim gazabımı geçmiştir” (Buhârî, “Tevhîd”, 55; Müslim, “Tevbe”, 14) buyurmuştur ki bu, insanın ümitvar omasını gerekli kılar. Peygamber Efendimiz de Allah’ın, rahmeti yarattığında hemen hemen tamamını kendisine ayırdığını, bütün yaratıklarına sadece az bir kısmını verdiğini bildirmiş, akabinde “Eğer kâfir Allah’ın katındaki rahmetin tamamını bilseydi Cennet’ten ümidini kesmezdi; mümin de Allah’ın katındaki azabın tamamını bilseydi Cehennem’den kurtulacağından emin olmazdı.” buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 334, 397, 484; Buhârî, “Rikâk”, 19; Müslim, “Tevbe”, 23).
Burada önemli olan husus, Allah’tan ümidi kesmemenin, O’nun, kulun istediği şeyi mutlaka vereceği anlamına gelmediğidir. Öncelikli olarak böyle bir durum, Allah Teâlâ’nın kul karşısında bir şeyleri yapmaya, onun taleplerini yerine getirmeye mecbur ve mahkûm bir varlık olduğu anlamına gelecektir ki böyle bir şey düşünülemez. Allah’ın kulun ümit ve beklentisine, bu doğrultuda yaptığı duaya icabet etmesi, O’nun şu veya bu hikmete binaen, kulun talebine en uygun biçimde karşılık vermesi demektir ve bu, onun talebini yerine getirerek de istediği şeyi hemen o anda veya dünya hayatında vermeyerek de olabilecektir. Şüphesiz ki insan için mutlak hayrın, iyinin ne olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Sonuç itibariyle insanın ulaşacağı en büyük hayır da bu dünyada elde ettikleri değil, bu dünyada yaşadığı şartlar ve karşılaştığı durumlar muvacehesinde kendisine düşen kulluğu yerine getirmek ve imtihanını başarmakla ahiret hayatında mutluluğa ve nimetlere erişmektir. Nitekim Yüce Allah “(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas 28/60; ayrıca bk. Şûrâ 42/36) buyurarak buna işaret etmişti.
Kulun Allah’tan daima ümitvar olması kulluk gereğidir; kendine göre yardım gelmedi diye O’ndan ümit kesmek, kulluğun bir parçasını terk etmek demektir. Allah’a kulluk şarta bağlı olmaz; O, istediğimizi versin vermesin ibadete, tevekküle, yardım ümidine layıktır. Allah’tan bir şeyi isteyen kimse O’nun, isteneni vermesi için koyduğu kurallara riayet etmesi gerekir. Tedbirde, faaliyette, bilgide… kusurlu olup buna rağmen “ben üzerime düşeni yapmayayım ama sen yine de ver” demek, ilâhî düzen bakımından doğru değildir.