Masal masal mat atar. İki tilki ot satar. Bindim deve boynuna, gittim Halep yoluna. Halep yolu gül pazar. İçinde Tilki gezer. Tilki beni korkuttu, kulağını burkuttu. Çık çıkalım çardağa ok atalım ördeğe, ördek başını kaldırmış velvelesine saldırmış. Velvelesi alizende. Gönül vezir kızında. Vezir kızı bal kaynatır. İçinde kaş oynatır. Bir varmış, bir yokmuş çok eski zamanlarda leblebiden evleri ve kocaman leblebiden kulesi olan, Çorum adında çok mu çok güzel bir ülke varmış. Bu ülkeye çok mu çok uzak diyarlardan insanlar develer, ve cüceler gelirmiş. Hatta söylenir ki Pamuk Prenses de ziyarete gelirmiş. Bu ülkenin bu kadar ünlü olmasının sebebi boyu upuzun, kocaman gövdesi olan, dallarının yerde olduğu ve mis gibi kokan bir leblebi ağacı yaşarmış. Ülkede yaşayan insanlar leblebi yemeyi çok severlermiş. Bir de bu ülkede, leblebi ağacına yakın bir yerde, küçük bir kulübede lakabı Sultan Ana olan bir ihtiyar kadın yaşarmış. Bu Sultan Ana sabah erken kalkıp, bu leblebi ağacının bakımını yaparmış ve suyunu verir kimseler görmeden kulübesine geri dönermiş. O gidince insanlar gelirlermiş leblebi yemeye başlarlarmış. Gel zaman git zaman derken, tabi leblebiyi sadece insanlar sevecek değil ya. Sincaplar da leblebi severmiş. Kimin aklına gelir ki sincabın leblebi yemesi? Ve bir gün bu ağaca bir sincap dadanmış. Bu sincap, Sultan Ana gelmeden erkenden gelip leblebileri yermiş. Sultan Ana bunun farkında değilmiş. Sultan Ana hastalanmış ve leblebi ağacının bakımını yapamamış. Sincap da her sabah gelip leblebileri yemeye devam etmiş. Sultan Ana iyileşince ülkede bir terslik olduğunu fark etmiş. Dışarıdan kimse gelmez olmuş. Leblebi ağacının yanına gitmiş ve birde ne görsün. Ağaçta leblebi olmadığını görür. Sultan Ana ne yapacağını düşünmüş ve aklına bir fikir gelmiş. Kendi kendine
-Ben en iyisi sabah olmadan geleyim ve leblebi ağacını gözetleyeyim, demiş kulübesine geri dönmüş.
Sabah olmadan leblebi ağacının yanına gelen Sultan Ana bir yere saklanmış ve leblebi ağacını gözetlemeye başlamış. O gözetleme yaparken küçük bir sincap çıkıp gelmiş ve hemen leblebi ağacına çıkıp leblebileri toplamaya başlamış. Sincap leblebileri toplarken Sultan Ana saklandığı yerden çıkıp Sincaba kızmaya başlamış.
-Ayıp değil mi? Tüm leblebileri toplayıp gidiyorsun. Karnın açsa karnını doyur. Gerisi de diğerlerine kalsın. Demiş Sincap ise:
-Ben kendime leblebi falan toplamıyordum. Diğerlerine kolaylık olsun diye leblebileri yere indiriyordum diyerek yalan konuşmuş.
Sultan Ana:
- Yalan konuşma hemen buradan git, demiş.
Sincap da hiçbir şey demeden gitmiş. Giderken de çok sinirliymiş. Sultan Ana kulübesine geri dönmüş. Sultan ananın gittiğini gören Sincap diğer arkadaşları olan Sincapların yanına gitmiş. Onlara olan biteni anlatmış. Arkadaşları da kinlenmişler. Hep birlikte intikam almaya karar vermişler. Gece olunca arkadaşları ile birlikte ağacın dallarını kırmışlar ve gövdesini kemirmişler. Leblebi ağacı birden kurumuş. Sabah erkenden gelen Sultan Ana gördüklerine İnanamamış. Baka kalmış. Fakat leblebi ağacı kendisi kurumakla kalmamış. Tüm ülkeyi de kurutmuş. Sultan Ana her geçen gün çaresizlikten ağlıyormuş. Sincaplar İntikam aldıklarını düşünmüşler. Herkes ülkeyi terk etmiş. Sincap bu durumu görünce çok üzülmüş. Arkadaşlarının ve çevresindekilerin onu terk ettiğini görünce hatasından çok pişman olmuş. Meğerse ülke bu leblebi ağacının kökünün üstünde kuruluymuş. Sincap ülkeyi geri eski haline getirmek ve Sultan Anadan özür dilemek için Sultan Ananın yanına gitmiş. Sultan Ana sincabı görünce kırgın bir şekilde
-Herkes ülkeyi terk etti. Sen neden hala buradasın, demiş.
Sincap üzülerek ve pişmanlık duyarak olanları anlatmış.
-Arkadaşlar adına özür dilerim biz bir hata yaptık. İntikam alacağız diye leblebi ağacını kuruttuk. Leblebi ağacı kuruyunca, ülkede kurudu demiş.
Sultan Ana gene de ona kızmamış. Çünkü Sincap'ın pişman olduğunu gerçekten anlamış.
-Bir çözüm yok mu? Demiş. Sultan Anaya Sincap. Sultan ana
-Var aslında şurada bir yerden bir leblebi ağacı tohumu olacaktı. Bu tohumu ekmek için geceleyin sihirli tarlaya gidip ay ışığında ekmek gerek. Bu sihirli tarla uzak olduğu için, bende yaşlandım gidip ekemiyorum. Fakat sen bu işi yaparsın güveniyorum sana, demiş
Sincap ise:
-Ben sana yardımcı olurum, seni o sihirli tarlaya gece ay ışığında götürürüm ve birlikte tohumu ekeriz, demiş.
Sultan Ana ve Sincap anlaşmışlar. Akşam olunca Sultan Ananın kulübesine gelen sincap, Sultan Ananın öldüğünü görmüş.
-Görev demek bana düştü, demiş kendi kendine.
Peki sihirli tarlayı nasıl bulacaktı. Sincap bunu düşünmeye başlamış. Düşünürken kulübeden dışarı çıkmış. Kafasını kaldırılıp derince gene ay ışığına bakmış. Fakat ay ışığı tek bir yere vuruyormuş. Bunu fark eden sincap leblebi tohumunu alır ve ay ışığının vurduğu yere gitmiş. Çünkü aklına Sultan Ananın dediği sözler gelmiş. Leblebi tohumunu ay ışığında ekmeliyiz diyen Sultan ana demek istediği sihirli tarla geceleyin ay ışığında meydana çıktığını kastetmiş. Sincap sihirli tarlaya ay ışığının vurduğu yere leblebi tohumunu ekmiş. Fakat leblebi tohumu büyümemiş. Sincap düşünmüş, taşınmış ve Sultan Ananın kulübesine gitmiş. Kendi kendine
-Burada mutlaka bir şeyler olmalı, diye söylenmiş.
Sincap kulübeyi kurcalarken bir rafın üstünde şişenin içinde duran suya benzeyen bir şey varmış. Sincap bu şişeyi almış ve sihirli tarlaya gitmiş. Suya benzeyen bu şeyi ektiği tohumun üzerine dökmüş. Leblebi tohumu birden büyümüş. Meğerse suya benzeyen o şişenin içindeki şey Sultan Ananın gözyaşıymış. Çünkü kuruyan leblebi ağacına gözü gibi baktığı için Sultan ananın gözyaşları leblebi ağacının sırrını gizlermiş. Sultan Ana kuruyan leblebi ağacının büyüdüğü gün ağlamış ve akan gözyaşlarını o günün mutluluk, gözyaşı olarak şişeye koyup saklamış. O gözyaşı leblebi ağacını büyütmekle kalmamış. Ülkenin her yerinde leblebi ağacı bitmiş. Ülke eski güzelliğine kavuşmuş. Bu olayda ağızdan ağıza dolaşmış. İnsanlar tekrardan gelmeye başlamış. Sincap ise hatasını anlamış. İnsanlar tekrar geri gelmeye başlarken içlerinde uzak diyarlardan orta boylu, yakışıklı, Tayfun adında bir genç de bu leblebi ülkesini ziyarete gelmiş. Tayfun ülkeyi gezerken karşısına leblebi ağaçları çıkmış. Fakat leblebi ağaçlarının farklı olduğunu görmüş. Ülkede birden çok leblebi ağacı yetişince leblebi çeşitleri de çuvallar hale gelmiş. Baharatlı mı, Acılı mı çikolatalı mı ve Susamlı mı derken karşısına bir leblebiden olan konak çıkmış. Bu leblebiden olan Konak Veli Paşa'nın konağıymış. Tayfun bu konağa girmiş. Konağın çevresini gezmeye başlamış. Konağın çevirisini gezerken konağın arkasında öyle bir leblebi ağacı yetişmiş ki insanın gözlerini alıyormuş. Tayfun bu leblebi ağacını çok beğenmiş ve leblebisinin tadına bakmak istemiş. Tayfun tam leblebinin tadına bakacak iken Veli Paşa kapıdan içeri girivermiş. Veli Paşa'yı gören Tayfun hemen saklanmış. Aklına Şu soru gelmiş.
- Buraya neden hiç insanın gelmiyor acaba, diye kendi kendine konuşmuş.
Bunu öğrenmek için Konağın kapısından içeri girecek iken karşısına Veli Paşa çıkmış. Veli Paşa
-Sen burada ne arıyorsun genç. İçeri giremezsin git buradan, demiş.
Tayfun oradan uzaklaşırken konağın arkasında leblebi ağacının iki dallarının arasında kalan Pencerenin önünde oturan güzeller güzeli bir kız görmüş. Kız gerçekten o kadar güzelmiş ki Tayfun'un ilgisini çekmiş. Tayfun leblebi ağacına yaslanmış kızı izlemeye başlamış. Kızı izlerken leblebi ağacının dallarından birer birer leblebi toplayıp leblebi yiyormuş. Tayfun leblebileri yedikçe kıza daha çok aşık olmuş. İlgisini o kadar çekmeye başlamış ki tam kıza sesleneceği sırada Veli Paşa
- Sen kimi izliyorsun orada? Git dedim daha gitmedin mi?Diyerek Tayfun'u oradan kovalamış.
Lakin Tayfun kendisinin bu kıza bu kadar neden aşık olduğunu düşünürken karşısına her şeyi bilen bir Derviş çıkmış. Dervişe sormuş Tayfun:
- Söyle bana bakalım Derviş. Her şeyi biliyorsun.Bu Konağın arkasında bulunan leblebi ağacı neden farklı? Veli Paşa o leblebilerden neden kimseye yedirmiyor ve ben sonradan o leblebilerden yemeye başladım. O leblebileri yerken konağın içinde bulunan bu kıza neden bu kadar çok aşık oldum demiş. Dervişte cevaplamaya başlamış
- Bu ağacın farklı olması adından gelir. Bu leblebi ağacının adı sevgi leblebisi ağacıdır. Veli Paşa da bir kızı olduğu, ondan başka kimsesi olmadığı için, bir genç gelip sevgi leblebisinden yer kızıma aşık olur. Kızımın peşini bırakmaz diye bu ağacın leblebisini yedirmiyor. Fakat sen o leblebilerden yediğin için kıza baktıkça daha çok aşık oldun. Bak evlat kızı sevsen bile kız seni sevmez. Bu kız hiç kimseye yüz vermez. Eğer kızı dışarı çıkartabilirsen ve sevgi leblebisinden yedirirsen kızı kendine aşık edersin demiş.