Sanayi öncesi çağlarda farklı olan çocuk algısının değişmesiyle yeryüzünde önemli bir sorun haline gelen, ülkeler ve uluslararası çeşitli sosyal politikalar üretilen çocuk işçiliğinin; ailenin maddi yoksunluğu ile ilişkisi oldukça güçlüdür. Sanayi devri öncesi; çocukluk dönemi daha kısa olan çocuklar daha hızlı bir şekilde büyümek ve iş hayatına atılmak zorunda kalıyorlardı. Bu çocuklara küçük adamlar deniyor ve bedenleri daha küçük olduğu için çoğunlukla madenlerde çalıştırılıyorlardı. Sanayi devri ile birlikte aile ve çocuk gibi kavramlar da değişikliğe uğrayarak çocukluk dönemi uzamaya başladı. Çocuk Hakları Sözleşmesiyle (1989) küçük insanlara; eğitim, barınma, yaşam, korunma vb. haklar verilerek, 18 yaşına kadar çocuk olarak kabul edilmiştir. Günümüz dünyasında kültürel ve coğrafi farklılıklar görülmekle birlikte çocukların yaşam koşullarında ciddi manada iyileşme olduğu görülmektedir. Fakat yine de maddi yoksunluk içerisinde olan aileler çocuklarını çalıştırmak zorunda kalmakta ve durumdan faydalanan bir kısım işveren çocuğun çalışamayacağı ağır işlerde ve düşük ücretle çocuğu çalıştırmaktadır.
Türkiye'de de var olan çocuk işçiliği diğer ülkelere nazaran yapılan çalışmalarla da daha iyi duruma gelmiş bulunmaktadır. Türkiye'deki duruma verilerle bir göz atalım. Türkiye 2000'li yılların başında çocuk işçiliğiyle mücadelede önemli başarı elde etmiştir. 6-17 yaş grubunda çocuk istihdam oranı 1994 yılında % 15.2, 1999 yılında % 10.3, 2006 yılında % 5,9 ve 2012 yılında ise % 5,9 olarak açıklanmıştır. Çalışan çocukların % 68,8'ini (614 bin kişi) oğlan ve % 31,2'sini (279 bin kişi) ise kız çocukları oluşturmaktadır. Kız çocukların ikinci bir dezavantajı ise ev içi bakım ve iş yükünü üstleniyor olmalarıdır. Çocukların çalıştırılması eğitim ve gelişim hayatlarını olumsuz etkilemektedir. Çocuk işçiliği sadece ekonomik yoksunluk kaynaklı olmamakta, film-dizi gibi sektörlerde de çocuk işçiliği yapılmaktadır. Biz maddi yoksunluk üzerinde durarak neler yapılabilir ve nasıl önlenebilir konusunda konuşacak olursak; ailede alınamayan önlemler ve maddi yetersizliklerden kaynaklı, çocuk eğitim hayatına ya hiç başlayamıyor ya da belli bir süre sonra bırakmak zorunda kalıyor. Çocuk aileye maddi destek olmak için yeterli eğitim alamıyor, akran zorbalığı ile karşı karşıya kalıyor ve arkadaşları tarafından çalıştığı, yoksul olduğu vb. nedenlerle ayrımcılığa maruz kalıyor ya da dışlanıyor. Olumsuz olarak karşısına çıkan bu durumlar nedeniyle çocuk okulu bırakmak zorunda kalıyor ve hayatına çocuk işçi olarak devam ediyor.
Okullarda; okul-çevre-aile araştırması yapması gereken sosyologların iş başında olamamaları ülkemizde bu gibi sıkıntıların yaşanmasına, önceden önlem alınamamasına neden olmaktadır. Okullarda öğretmen, yönetim, rehberlik servisi ve sosyologların da katılımıyla yapılacak araştırmalar ve önleyici çalışmalar çocuk işçiliğini azami düzeyde azaltacaktır.
Öncelikli olarak sosyologlar tarafından bölgenin risk haritasının çıkartılması gerekmektedir. Çıkartılan risk haritası ile ekonomik yoksunluğu tespit edilen ailenin incelenmesi, gerekli görüşmelerin yapılarak destek alabilecekleri kurumlara yönlendirilmelerinin yapılması gerekmektedir. Okul çağındaki çocukların okula gönderilmesi konusunda gerekli çalışmaların yapılması, giden çocuklar için de hem aileye hem de çocuğa yönelik sosyologlar ve rehberlik servisleri tarafından gerekli rehberlik yapılmalıdır. Çocuğun fiziksel gelişimi kadar; duygusal gelişimi de ele alınmalı ve çevresel faktörlerin etkililiği araştırılmalıdır. Okul-aile-çevre üçgeni tüm olarak ele alınmalı ve her yönüyle araştırılarak gerekli politikalar üretilmelidir.
Bu çalışmaların yapılması ve önleyici tedbirlerin alınmasıyla birlikte çocuk işçiliğinin önüne geçileceği gibi; daha dingin, gelişime ve bilgiye açık bireyler yetişecek ve daha müreffeh bir toplum seviyesine çıkmış olacağız.