Kur'an-ı Kerim, bizler için bir hayat kılavuzu ve şifa kaynağıdır. Önceki yazılarımızda gerek insanın, gerekse evren ve içinde var olanların hiç birisinin tesadüfi olmadıklarını ve her şeyin Yüce Rabbimiz tarafından belli bir düzen ve intizam içerisinde, bir ölçüye göre yarattığını ve "sakın dengeyi bozmayın" buyurduğunu yazmıştık.
Gerek insanın yapısına ve yaradılışına, gerekse evrendeki ölçü ve ahenge baktığımız zaman, her şeyin Allah'ın varlığına ve birliğine işaret ettiğini görürüz. Galileo, bu kâinatın insanların ve canlıların yaşayabilecekleri en güzel bir şekilde matematiksel bir dilde yaratıldığını söylüyordu. Güneşe, aya, dünyamıza ve diğer gezegenlere, yörüngelerindeki hareketlerine baktığımız zaman, aklıselim olan insanların bu ahengi ve düzenli bir şekilde sürekliliği görmemesi mümkün müdür? Dünyamız güneşin etrafındaki dönüşünü 365 gün 6 saatte, kendi ekseni etrafındaki dönüşünü ise 24 saatte tamamlıyor, bazen geceler, bazen de gündüzler uzuyor ama 24 saat hiç değişmiyor. Her gün dünyamız kendi ekseni etrafındaki dönüşünü bir dakika gecikmeli olarak tamamlasa (yani 23 saat 59 dakikada), günde bir dakika ayda 30 dakika, yılda ise 365 dakika ederdi ki, düzenler bozulurdu, bir de her gün saatlerimizi ayarlamak zorunda kalırdık.
Gerek insanın mükemmel yaradılışı ve gerekse evrendeki sürecin çok ince hesaplarla insanların ve canlıların yaşayabilecekleri en ince teferruatları ile tasarımlandığını ifade ettiğimiz zaman genelde, bazıları şu soruyu sıkça soruyor. Dikkatlice düşündüğümüz, araştırıp incelediğimiz zaman, Allah'ın varlığını ve birliğini anlıyoruz, fakat Allah'ı göremiyoruz, Allah'ı görmemiz mümkün müdür? (Ruyetullah) Yüce Rabbimiz insanları merak duygusu içerisinde yaratmıştır. İnsanların bu tür soruları sormaları gayet normaldir. Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman bu merakın peygamberlerde bile olduğunu görürüz "İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Ona: yoksa inanmadın mı? İbrahim: Hayır! İnandım, Fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim) bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al sonra (kesip parçala) değişik dağların başlarına her birinden birer parça koy, sonra da onları kendine çağır: Koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hakîmdir, buyurdu" (Bakara 260) Hz. Musa da "Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca Rabbim! Bana (kendini) göster; Seni göreyim! Dedi. (Rabbi): Sen beni göremezsin (görmeye tahammül edemezsin), fakat şu dağa bak, (nurumu aksettireceğim), eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin! Buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince o param parça oldu. Musa da bayılıp düştü. Ayılınca dedi ki: seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim." (A'raf 143)
Güneş dünyamızdan çok daha büyük olmasına rağmen o kadar uzakta ki (149,6 milyon km./sn) onu ancak bir top veya karpuz büyüklüğünde görebiliyoruz, fakat bakamıyoruz, hemen gözümüzü alıyor. Bizim gözlerimiz Allah'ın nurundan bir parça olan güneşe bakmaya tahammül edemiyor, bizzat Allah'ın nurunu ve cemalini görmeye hiç tahammül edemez ama bu hiç göremeyeceğiz anlamına gelmez. Peygamberimiz yeniden dirilişle gözlerimizin Allah'ın nuruna ve cemaline bakmaya tahammüllü olarak yaratılacağı ve cennetlik olan müminlerin orada Allah'ın nurunu ve cemalini göreceğini bildirmektedir. Süheyb'den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz "Cennet ehli cennete girdiği zaman âli ve münezzeh olan Allah, size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" buyurur. Onlar "sen yüzümüzü ağartmadın mı? Bizlerin cennete girmemize vesile olmadın mı? Daha ne isteyelim" derler. Peygamberimiz devamla "Cenabı Hak perdeyi kaldırır; cennetliklere Aziz ve Celil olan Rab'lerine bakmaktan daha hoş gelecek hiçbir şey verilmiş olamaz" diyerek şu ayeti okumuştur. " Güzel davranışlarda bulunanlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır ne de bir horluk. İşte onlar cennet ehlidirler ve onlar orada ebedi kalacaklardır." (Yunus 26)
Bazıları eğer Allah (cennette) görülebilecek olsa idi, onu şimdi de görürdük demişlerdir. Bizim göremediğimiz ama inkâr da edemediğimiz birçok şey yok mudur? Aklımızı ve ruhumuzu soyut bir kavram olduğu için, elimizle tutup gözümüzle gösteremeyiz ama inkâr da edemeyiz. Elektrik kablosunun ucuna baktığımız zaman elektriği göremeyiz fakat dokunduğumuz zaman bize varlığını hissettirir. Gözlerimiz 700 milimikronun altındaki şeyleri göremez, 700 bin mm üzerindekilere de tahammül edemez. Kulaklarımız da 20 frekans 'ın altındaki sesleri algılayamaz, 20 bin frekansın üzerindeki şiddetli ses ve patlamalara da tahammül edemez. Şu anda binlerce televizyon ve telefonların elektromanyetik dalgaları var. Alıcı olmadığı zaman renkleri ve sesleri göremiyor ve duyamıyoruz, bu onların olmadığı anlamına gelmez ve yok demekle de yok olmaz. Nasıl ki bizim her göremediğimizi inkâr etmemiz mümkün değilse, Allah'ın varlığı da böyledir. Dikkat-i nazarla bakan, her şeyde Allah'ın varlığını ve birliğini onun azamet ve kudretini, sonsuz ilmini görür. Bunu fark edip iman eden, Salih ameller işleyen müminler de Cennette Allah'ın nurunu ve cemâlini göreceklerdir.
Dünyada iken Allah'ın nurunu ve cemalini sadece Peygamberimiz miraç gecesinde 70 bin perde olduğu halde gördüğü bildirilmiştir. (saydam bir perde) Bu görme rüya halinde mi, yoksa bizzat mı olduğu konusu tartışılmıştır. Rüya, kul için hâsıl olan bir nevi müşâhededir. Nitekim Hz. Ömer de " Kalbim Rabbimi gördü" demiştir. "Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehti; O, gerçekten işitendir, görendir" (İsra 1)
Peygamberimiz miraç olayının gerçekleştiği gecenin sabahı olayı anlatınca, müşrikler Mescidi Aksâ'ya giderken yollarda kimleri, neleri gördüğünü, Mescidi Aksan'ın kaç kapısı, penceresi ve sütunu olduğuna varıncaya kadar çok sayıda sorular sorarlar. Peygamberimizin bir açığını bulamayınca, Hz. Ebu Bekir'e koşarak senin arkadaşın şimdi de bunları söylüyor, sadece Mescidi Haramla Mescidi Aksanın arası on günlük yol, bu nasıl olabilir? Dediler, havsalaları almıyordu, o günün şartlarına göre böyle bir şeyi düşünemiyorlardı. Hz. Ebu Bekir: "O mu söylüyor?" evet "O söylüyorsa doğrudur. Çünkü o yalan söylemez." İşte iman budur.
"Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın" (Kehf 110) "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır. Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır. Kendilerinin bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacağını sezeceklerdir. Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, tedavi edebilecek kimdir? Denir. (can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. Ve ayakları birbirine dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rablerinin huzurudur." (Kıyamet 22-30)