Karanlıktan Çıkmış Gibi

Altmışlı yıllarda özellikle Almanya'ya işçi gönderme işlemi, adeta hükümetlerin temel politikaları halindeydi. O dönemde çeşitli kooperatifler veya aracı kurumlar vasıtasıyla pek çok vatandaşımız gurbete gittiler. Dillerini hiç bilmedikleri, gelenekleriyle hiç uyuşmayan ülkelere işçi oldular.
O dönemde iki grup insan yurt dışına çıktı. Birincisi işsizler ve yoksullar, diğeri de sahipsiz tipler. Birincileri ekmek derdinde. Diğerleri de içki ve kadın peşinde. Oralarda gördükleri açık saçık kadınları hep aynı görmüşler. Hemen peşine takılmışlar.
İsviçre ve Almanya'da pek çok hikaye dinlemiştim. O kadınlardan küfür işittiklerini, azarlandıklarını, polise şikayet edildiklerini anlattılar. Yabancıların barlarında veya kafelerinde oturup içki ısmarladıkları kadınlarla farklı ilişkiler kurduklarını da söylediler.
Bir gün Fransa'nın Colmar ilinde bir hemşehrimle gezmeye çıktık. Israrı üzerine evine gittik. Ortaköylü Hacı Satılmış Amca bana altmışlı yıllarda buraya ilk geldiği yılları anlattı.
Satılmış Amca bana altmışlı yıllarda buraya ilk geldiği yılları anlattı.
Satılmış Amca, o yıllardan beri Colmar'da kalıyor. Çocukları orada büyümüş, çeşitli yerlerde çalışıyor. Kazanıp artırdığı paralarla köyünde tarla, bağ, bahçe almış, bir de güzel bina yaptırmış. Şu anda maddi durumu çok iyi.
Yemekten sonra çay içerken derin bir ah çekti:
"Hoca biz, köyden buraya geldik. Doğru dürüst şehrimizi bile bilmeden Avrupa'yı gördük. Gördüğümüz açık saçık kadınların hepsini kötü kadın sanıyorduk. Ta uzaktan göz hapsine alıyorduk. Onlar da bizim bakışlarımızdan rahatsız olup yollarını değiştiriyorlardı"
Beni dayanamayıp "Ayıp değil mi? Kadınları niye rahatsız ediyordunuz?" diye sorduğumda verdiği cevap, çok daha çarpıcıydı:
"Hoca, biz o zaman kış boyunca ahırda karanlıkta kalıp da su içmek için dışarı çıkan boğalar gibiydik. Yerimizde duramıyor, hoplayıp zıplıyorduk. Dekolte giyimli kadınları görünce onları yakalayıp zorla sataşıyor, sokak ortasında taciz ediyorduk."
"Fransızlar iyi ki sizleri kovmamışlar" diye düşündüm. Kovmamışlar ama, defalarca karakola gitmişler.
"Bu hep böyle devam etti mi?" dediğimde o daha da dertlendi: "Sadece bu edepsizliğimiz değil, başka sıkıntılarımız da vardı. Her ne kadar böyle hallerimiz varsa da arada bir Müslüman olduğumuzu da hatırlıyorduk. Zamanla kiliselerin çan sesinden rahatsız olmaya başladık. Cami arıyorduk, bulamıyorduk. Vakit namazlarını zaten unutmuştuk. Cuma namazını kılacak yer bulamıyorduk. Ama hiç olmazsa Bayram namazlarımızı kılalım diyorduk. Ama yine yer bulamıyorduk. Kaç defa kilisenin salonunu tutup orada bayram namazlarımız kıldık."
"Bu hep böyle mi devam etti?" diye sorduğumda "Evet, uzun süre böyle devam etti" dedi ve devam etti:
"Yetmişli yıllarda ilk defa Erbakan Hoca geldi buralara. Her vilayete bir mescit açtı. Türkiye'den imam getirdi. Bizleri toplamaya başladı. Tanınmış vaizleri getirtip camilerde halkı irşat etti. Bizi bilgilendirdiler, aydınlattılar. Birkaç yıl içinde biz, Müslüman olduğumuzun farkına vardık. Kendimize geldik. Sokaklarda artık edepli yürüyorduk. Hiçbir kadın bizden kaçmıyordu."
"Bu hal, böyle devam ediyor mu?" diye sorduğumda konuyu daha da açtı:
"Önce Erbakan Hoca, bizi uyandırdı. Milli Görüş Teşkilatı'yla tüm Avrupa'yı canlandırdı. Sonra Süleymancılar geldi, bir mescit de onlar açtı. Bunları gören devlet, vatandaşlarını hıristiyanlık propagandasından koruyabilmek için Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle her vilayete, hatta büyük ilçelerinde de mescit açtı. Bunları çeşitli cemaat ve tarikatlar izledi."
Anlaşıldı, dedim, bir çığır / yol açılır onu izleyenler de olacaktır. Yeterki insanlar hayır ve iyilikte yarışsınlar.
Satılmış Amca ile sohbet ilerledikçe ilerledi. Akşama doğru tekrar mescide döndük. Halen Satılmış Amca ile dostluğumuz devam ediyor. Çorum'a geldiğinde mutlaka görüşüyoruz.