4 Şubat 1926 tarihinde İskilipli Atıf Hoca, hukuk tarihinde görülmemiş bir muameleyle idam edilmiştir. 1876 yılında İskilip'in Toy hane köyünde dünyaya gelen Atıf hoca, tahsilini tamamladıktan sonra, bir müddet muallimlik yapar.1910 yılında ise medreseler müfettişi olur. Bu arada " Beyanül Hak" "Sıratı Müstakîm-Sebilürreşat" "Mahfel" mecmuaları ile "Alemdar" gazetesinde yazılar yazar.
Atıf hoca 1924 tarihinde "Frenk mukallitliği ve şapka" adlı 34 sayfalık bir risale yazar, maarif vekâletinin izniyle yayınlanır. Neşrinden bir buçuk yıl sonra, yani 1925 son baharında evinden alınarak, Giresun İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilerek mahkûm edilir. 25 Kasım 1925 tarihinde çıkan "Şapka giyilmesi hakkında kanun" a muhalefetten yargılanarak suç unsuru bulunamadığından serbest bırakılır. Fakat akabinde Ankara İstiklal Mahkeme'sine havale edilir. Orada üç duruşma yapılır. Rivayetlere göre, Atıf Hocanın 3 Şubat 1926 akşamı 4 sayfalık bir savunma hazırladığı, o arada yüreği dalarak bir müddet uykuya daldıktan sonra savunmayı imha ettiği, sebebi sorulduğunda ise peygamberimizi gördüm! "Kendisine iltihak etmekten içtinap edip müdafaa hazırlamakla mı meşgulsün" diyerek; yarın benim idam fermanımı verecekler dediği rivayet edilir. Ertesi gün ki duruşmada (4 Şubat 1926) mahkeme başkanı Kel Ali müdafaasını isteyince "Müdafaa etmeyi mucip bir suçumuz olmadığı ortaya çıkmıştır. Vicdanınızın vereceği hükme intizar ediyorum" Savcı Necip Ali, Atıf Hoca için 3-10 yıl arasında hapis isteminde bulunmasına rağmen, Atıf Hoca ve beraberinde yargılanan Babaeski Müftü'sü Ali Rıza Efendi için idam kararı verilerek infaz edilirler.
Atıf Hoca, şapka devriminden bir buçuk yıl önce ülkemizdeki batı hayranlığını ve taklitçiliğini gören bir âlim olarak, Kuran'ın "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Al-i İmran 104) ilahi emrinin gereği olan tebliğ görevini yapmıştır. Atıf Hocanın yazmış olduğu bu risale aslında dört bölümden oluşan uzun bir makaledir. Birinci başlık Frenk Mukallitliği ve Şapkadır. 2.İslam nazarında batı medeniyetinin meşru olan ve olmayan cihetleridir. 3.İman ve küfürdür. Son bölüm ise Küfür alametleridir.
Atıf Hoca, makalesinde bu başlıklar altında Kur'an ve sünnetin ışığında peygamberimizin; "Bir kavme benzemeye çalışan o kavimdendir." "Kim bizim adet ve dinimizde hiç olmayan bir şeyi ihdas etmeye kalkarsa o reddedilmiştir." "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir" gibi hadislerin ışığında yüzyılın en muteber hukuk kitapları olan, Kadıhan, Bezzaziye, Muhiti Burhan ve Fetavayı Hindiye adlı kaynaklardan yararlanarak kaleme aldığı yorumlardır. Özellikle vurguladığı ise, peygamberimizin "İlim öğrenmek kadın erkek her Müslüman'a farzdır" ilkesinden hareketle arzı imar etmek için ilim, fen ve sanat öğrenmenin, Müslümanlara farz kılındığını vurgulamıştır. İslam ülkelerini işgal eden Haçlıların güzel sanatlarımızı iktibas ederek Avrupa'ya taşımış olmaları bugünkü batı sanayinin terakki ve inkişaf sebebi olduğunu vurgulamıştır.
Ortaçağ Avrupa'sının kalbinde uygarlığa karşı şevk uyandıran cazibe, Endülüs afakında parlayan İslam medeniyetinin ışığıdır. Avrupa yakın tarihlere kadar tuvalet ve yıkanmayı bile bilmiyorlardı. Avrupa'dan bugün almamız gereken bir şey varsa oda bilim ve tekniğidir. Kılık, kıyafet, caz ve baloyla, onlara benzemeye çalışmakla ilerlenemeyeceğini ve bunun doğru olmadığı görüşünü bildirerek, şapkanın gayri Müslimlerin Müslümanlardan ayrılmalarına, alamet olan bir baş kisvesi olduğunu yazarak, son söz ve son cümle olarak da "Dilediğinizi yapınız, Allah amellerinizi görüyor" (Tevbe 105) ayetiyle bitiriyor. Özetle; Kendi öz değerlerimizden koparak, körü körüne batı taklitçiliğinin felaket olacağına vurgudur.
Atıf Hoca yazdığı eserden yaklaşık iki yıl sonra, çıkarılan şapka kanununa muhalefetten, idam edildikten sonra Ankara Mamak semti eski kabristandaki (şimdiki şafak tepe parkı) kimsesizler mezarlığına defnedilir. 73 yıl sonra başta Dr. Mehmet Sılay ve duyarlı Müslüman bir ekip tarafından, uzun bir çalışma ve araştırmadan sonra mezarı tespit edilip kemikleri çıkarılarak, yakınlarından alınan kan, tırnak ve saç örnekleriyle yapılan DNA testinin yüzde yüz örtüştüğü de tespit edilince cenaze namazı kılınarak İskilip'teki Gül Baba Mezarlığında defnedilmiştir.
Aynı mahkemede yargılanan ve berat eden Tahir-ül Mevlevi, Atıf Hocayı idam sehpasında gördüğümde, kalbimden ve gönlümden, Hz. Ebu Bekir'in Resulullah'ın vefatında söylediği şu sözler geçti diyor "Sen hayatta da ölümünde de güzelsin." Şevket Süreyya Aydemir "İdam kararı verildiğinde hocanın yüzü sakindi. Matemini muhafaza ediyordu..." Nizamettin Saraç "Ankara'nın kötü günleriydi, kara günleriydi. Evimizden çıktığımızda acaba hangi sokağa sapsam da darağacında sallanan bir adamla karşılaşmasam derdim." Cevdet Soydanses "Atıf Hoca o günden berri müminlerin vicdanında bir sızı olarak kaldı. Onu her anışımızda yüreğimiz burkuldu. Gözlerimiz doldu. Ona bu muameleyi reva görenleri Rabbimize havale ettik." Nurettin Topçu "Avrupa'yı taklide tenezzül etmek, kendini inkâr etmektir. İdealsiz nesillerin bütün hayatı zalimi övmek ve mazlumu dövmekle heba olmuştur. Düşünenlerin, nefsî muhasebe ile sorgulayanların, aklını kullananların ufukları, dünya ve ahiret anlayışları genişler. İstiklâl Mahkemelerinin maksadı, fonksiyonu ve akıbeti bu millete mutlaka açıklanmalıdır."
4 Şubat 1926 tarihinde hukuk tarihinde görülmemiş bir muameleyle idam edilen son devrin din mazlumlarından İskilipli Atıf Hoca bu günlerde, Yüce Rabbimizin "Onlar ki benim yolumda eziyete uğradılar. Mücadele ettiler ve öldürüldüler. Onların yerleri altlarından ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetlerdir" (Al-i İmran 195) ayetinin muhataplarından birisi olarak rahmetle anılıyor. Cenabı Mevla'm hiçbir zaman zalimlere fırsat vermesin
Hukukçulardan oluşmayan İstiklâl Mahkemesi tarafından idam kararı verilen İskilipli Atıf Hoca, sen Allah katında ve bizim gönlümüzde şehitsin. Seni rahmetle, minnetle anıyoruz. Ruhun şâd, mekânın cennet olsun.