Kemiklerden aşık oynardık. Aşık atmak da denilirdi. Oyun aletimiz doğaldı. Para da vermezdik bunun için.
Eskiden çelik çomak oynardık. En güzeli ve zevklisi de çelik çomak sopalarını kendimiz yapardık.
Eskiden patlak topla oynardık. Havası çok inince ısıtırdık ya da güneşe bırakırdık ki tekrar şişsin diye. Ama hiçbir zaman patlak topla oynamak psikolojimizi bozmazdı.
Ellerimizin üzeri nasır tutana kadar bilye (misket) oynardık sokaklarda. Çevre mahallenin çocukları toplanır, misket için tırnaklarımızla küçük çukurlar açardık. Annemizin bağırması ile ancak günün akşam olduğunu anlardık.
Aç Kapıyı "Bezirgan Başı", oyunun oynarken hem eğlenir hem de farkında olmadan tekerlemeleri öğrenirdik.
"Yağ Satarım Bal Satarım", "Yakan Top", "Köşe Kapmaca", oynarken uyanıklık, zihinsel ve bedensel güçlerimizin gelişimini fark etmezdik ama çelik gibiydik. Obezite nedir bilmezdik.
Annelerimizin zorlamasıyla karnımızı doyurur, yemekten sonra yine sokağa çıkar körebe oynardık, karanlıktan korkmadan.
Salçamızı kendimiz yapardık, Kasa kasa alınan domatesleri çiğnemek bizim için bir oyun gibiydi ama salça yaptığımızı görünce de mutlu olurduk. Çünkü oyun oynarken, üretime de katkı sunardık.
Dalından kopardığımız gül yapraklarından gül reçeli, yine dalından kopardığımız vişnelerden reçelimizi kendimiz yapardık.
Bahçelere gider dalından kopararak yerdik elmamızı, armudumuzu.
Bağımızdan topladığımız üzümleri ezmek ne kadar zevkliydi. Hele bir de üzümün pekmez haline geldiğini görmek ne büyük mutluluktu.
Eskiden masal dinlerdik. Elektriğin yeni yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda. Elektriğin kesilmesine insan sevinir mi? Bizler sevinirdik. Bilirdik ki ninelerimiz bizlere masallar anlatacak. Yine bilirdik ki gaz lambasının o loş ışığı altında evimize gelen komşu çocuklarıyla "Kızma Birader" oynayacağımızı. Ve bilirdik ki elektriğin kesildiği an, muhabbetin en koyulaştığı andı. Dede-nine, anne-baba tüm çocuklar aynı odada otururlardı. Büyükler tecrübelerini anlatırdı biraz masal havası katarak.
Aynı simidi 2-3 kişi paylaşıp, aynı şişeden gazoz içerdik ama kavga etmezdik, tam aksine paylaşmaktan mutluluk duyardık. Aynı şişeden içtik diye hasta olacağız endişesine hiç kapılmazdık.
Sokak oyunundan vazgeçemeyen, salça ekmek yiyip, yoğurt sürülmüş ekmeğe şeker atarak mutlu olan çocuklardık.
Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık, Biz küçükken çok büyüktük. Biz çocuk gibi çocuktuk.
Ne zihinlerimiz ne de midemiz işgal altında değildi. Dedim ya her şey doğal, her şey samimi ve en güzeli de hepsi çocukça idi.
Zaman mı yoksa teknoloji mi beynimizi işgal etti bilmiyorum ama yenildiğimizi söylesek herhalde doğru olur. Elektrik icat edildi beynimiz işgal edildi. :)
Artık oyun alanlarımız kayboldu şehirleşme ile birlikte. Taşlardan kale direği yaptığımız yerlerde ucube apartmanlar dikildi. İki taş arasına gol atmak en büyük sevincimiz iken şimdi o iki taşın arasına sıkıştık. Sokaklar güvenli değil çocuklarımız için. Onları korumak adına çocuklarımızın evde oyun oynamasını uygun görürken aslında biraz da hapsettiğimizin farkına varamadık.
Haydi bırakın çocuklarınızı sokaklara diyeceğim ama bu defa da pandemiyi bahane edeceksiniz. Ama farkına varmadan ellerimize kelepçe takmadan hapsolduğumuz bu evlerden dışarıda da hayat var ne zaman diyeceğiz?
Sevgide kalın, sevgiyle kalın..