"Fitne adam öldürmekten daha büyük günahtır" (Bakara 191) Kur'an da 34 ayette fitne kelimesi, 26 ayette de türevleri geçmektedir. İslâm âlimleri genellikle, Hz. Osman'ın şehit edilmesi ile birlikte doruk noktasına ulaşan kanlı siyasî buhranı ilk büyük fitne olarak sayarlar.
Fitne kavramının tarih boyunca müslümanların ruhunda ürkütücü tesirler uyandırmasında ilk dönem müslümanlarının, özellikle ilk iki asırda yaşayanların şahit oldukları siyasî çalkantıların bıraktığı derin izlerin payı çok büyüktür. Onlar, fitnenin Kur'an'daki ağırlıklı mânasını da dikkate alarak bu çalkantıların vuku bulduğu zamanları dine, İslâm cemaatine ve meşru idareye bağlılıkları konusunda denendikleri dönemler olarak düşünmüşlerdir. Hz Osman'ın şehit edilmesiyle başlayıp, Cemel Vak'ası ve Sıffîn Savaşı ile devam eden hadiseler, Hâricî isyanları, Emevî iktidarına karşı ayaklanan Abdullah b. Zübeyr'in Hicaz'daki hâkimiyetine son vermek üzere Yezîd b. Muaviye'nin yolladığı ordunun Medine yakınında Harre'de, Medineliler'le savaşarak şehri yağmalaması, aynı maksatla Abdülmelik b. Mervân tarafından gönderilen Haccâc b. Yûsuf kumandasındaki ordunun altı ay kadar süren muhasara sonunda Mekke'yi işgali ve Abdullah b. Zübeyr'in şehit edilmesi gibi kanlı olaylar, İslâm tarihinde ilk fitne olayları olarak tarihe geçmiştir. Hz. Osman'ın şehit edilmesi olayı müslümanların dinî ve siyasî kamplara bölünmesine yol açan, daha sonra Sünnî-Şiî ihtilâfının kökleşmesiyle gelecek nesilleri derinden etkileyecek olan fitnelerin başlangıcı sayılır.
Hâricîler, Şia ve Mutezile, özellikle "Emir bi'l-ma'rûf, Nehiy ani'l-münker" ilkesinin uygulanmasıyla ilgili olarak dinî ve siyasî ihtilâfları duruma göre silahlı mücadeleye kadar götürmeyi gerekli görürken, Ehlisünnet 'in bu husustaki tutumu oldukça farklıdır. Ebû Hanife'nin el-Fıkhü'l-ebsat'ın da toplumun bir kesiminin bozulmuş olduğuna bakarak onlardan ayrılmak doğru değildir. Bununla birlikte Ebû Hanîfe, "Fitneye düşmekten korktuğu için fitnenin bulunmadığı başka bir yere göç eden kimseye Allah yetmiş Sıddık'ın ecrini verir" mealindeki hadisi nakleder ve toplumun bütünüyle isyana kalkışması halinde onlardan uzaklaşmayı öğütler (s. 44). Yine Ebû Hanife'nin el-Fıkhü'l-ekber'deki, , "Ashabı yalnızca hayırla anarız" cümlesi (s. 61) bütün Ehl-i sünnet'in sadakatle yaşattığı bir ilke olmuştur. Ehlisünnet âlimleri, halifenin dokunulmazlığı ve cemaatin birliği fikrinden yana olmayı prensip edindikleri için konuyla ilgili hadisleri ve ilk fitneleri yaşayan ashabın tecrübelerini dikkate alarak fitneyi körüklemekten kaçınmayı, ihtilâfları barışçı yollarla yatıştırmayı, bu mümkün olmazsa siyasî otoritenin varlığı ve ümmetin birliği için pasif kalmayı tercih etmişlerdir. İmamı Gazzâlî de, siyasî otoriteye karşı zor kullanmanın fitneyi harekete geçireceği, şerri arttıracağı ve zararının yarardan fazla olacağını belirtmiştir (İhyâ’, II, 437).
Hz. Osman'ın şehit edilmesinin nedenleri şöyle özetlenebilir: Halifeliğinin ilk yıllarından itibaren Hz. Osman'ın veya valilerinin bazı uygulamaları çeşitli grupların şikâyetlerine sebep olmuştur. Bu şikâyetler halifeliğinin ikinci yarısında daha da artmış ve bilhassa halifeliğinin son yıllarında, âni zenginleşmenin ardından yaşanan ekonomik krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri Kûfe, Basra ve Fustat'ta fitne olayları uygun bir ortam bulmuştur. Hz. Osman'ın ve valilerinin bazı icraatlarını propaganda amacıyla kullanan muhaliflerin tenkitlerinin başında Hz. Osman'ın önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi geliyordu. Muaviye b. Ebû Süfyan'ı Suriye genel valisi yapmış, Humus, Kınnesrîn ve Filistin vilâyetlerini de ona bağlayarak yetkilerini genişletmişti. Kûfe valiliğine önce anne bir kardeşi Ebû Muayt'ı, ardından yine akrabalarından Saîd b. Âs'ı getirmişti. Mısır valiliğine Amr b. Âs'ın yerine sütkardeşi Sa'd b. Ebû Serh'i, Basra valiliğine Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin yerine dayısının oğlu Abdullah b. Âmir'i tayin etmişti. Amcasının oğlu Mervân b. Hakem'i de devlet kâtipliğine getirmişti. Bu tayinler neticesinde devletin bütün idarî kademeleri bazılarının liyakati tartışılan Ümeyyeoğulları'nın eline geçmiş oluyordu. Hz. Ali ve diğer ileri gelen sahâbîlerin de eleştirdiği bu uygulama, halifenin valilere karşı beklenen sertlikte davranmaması ve onlara önemli mal bağışlarında bulunması sebebiyle şikâyetleri daha da yoğunlaştırmıştır. Kureyş içinde Emevî-Hâşimî rekabetini gündeme getirirken Kureyş dışındaki kabile liderleri tarafından Kureyş 'in tahakkümü olarak görülür ve kabilecilik hareketini körüklemek için kullanılır. Hz. Osman yönetimine karşı ilk ciddi muhalefet Bekr, Rebîa, Ezd, Kinde, Temîm, Kudâa gibi fetihlerde büyük yararlılık gösteren güçlü kabile mensuplarının bir arada yaşadığı Kûfe 'de ortaya çıkmıştır. Valilerin bazı söz ve uygulamaları kabile liderlerinin iddialarını güçlendirir. Vali Velîd b. Ukbe, (650-51) yılında bir cinayetin fâillerine kısas uygulaması yüzünden katillerin yakınlarının düşmanlığına hedef olur. Valiyi içki içmekle itham eden bu şahıslar tuttukları şahitlerle iddialarını halifenin huzurunda ispat ederler ve ona had vurulup görevden alınmasını sağladılar. Yeni vali Saîd b. Âs da bir mecliste, "Sevâd-ı Irak Kureyş'in bahçesidir" sözüyle Hz. Osman'ın temsil ettiği Kureyş hâkimiyetini hedef alan kabilecilik hareketini körükler. Meclistekilerden Eşter en-Nehaî, "Allah'ın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu araziler nasıl Kureyş'in çiftliği oluyor?" diyerek bir tartışma başlatır. Tartışmalar devam ederek, olaylar büyüyünce elebaşıları halkı isyana teşvik yüzünden Hz. Osman'ın emriyle ıslah için Dımaşk'a Muâviye'nin yanına gönderilir (653-54). Kabilecilik fitnesini sürdürmeye devam eden ve daha sonra Humus'a sürgün edilen bu kişiler halifeden izin alarak tekrar Kûfe 'ye dönerler ancak halife aleyhindeki faaliyetlerine devam ederler. Bu hareket Basra'da da yankı bulur. Fitneden en az etkilenen merkezlerden olan Suriye'de ise ilk Müslümanlardan Ebû Zer, Muaviye'nin bazı harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına yol açar. Ebû Zer, Muaviye'nin şikâyeti üzerine Hz. Osman tarafından Medine'ye çağrılır. Hilâfetin dünyevî bir iktidar haline gelmesinden endişe eden Ebû Zer tenkitlerini devam ettirince kendi isteğiyle Rebeze'ye gönderilir…
Cenabı Mevla bizleri, insanlarımızı, devletimizi, ülkemizi ve tüm ümmeti Muhammed'i her türlü fitneden ve fitnecilerin şerlerinden korusun.