Hz Ömer bir hain tarafından ağır bir şekilde yaralanınca Aşere-i mübeşşereden altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde halifeyi seçmelerini ister. Oğlu Abdullah'ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dâhil eder. Şûra üyelerini toplamak üzere Mikdâd b. Esved'i, heyetin rahatsız edilmemesini sağlamakla da Ebû Talha el-Ensârî'yi görevlendirir. Oğlu Abdullah'ı da Hz. Âişe 'ye yollayarak Peygamberimizin yanına defnedilmek için izin ister. O da kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul eder. Hz. Ömer üç gün sonra da Rahmanı rahime kavuşmuştur. (26 Zilhicce 23 / 3 Kasım 644).
Hz. Ömer kaynaklarda uzun boylu, gür sesli ve heybetli bir kişi olarak tasvir edilir. İlk evliliğini Zeyneb bint Maz'ûn el-Cumahiyye ile yapmıştır. Abdullah ve Hafsa bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Câhiliye döneminde evlendiği Müleyke bint Amr ve Kureybe bint Ebû Ümeyye'yi İslâmiyet'i kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan (Mümtehine 10) âyeti nazil olunca onları boşamıştır. Dinimiz ehli kitap olan kadınlarla evliliğe müsaade ederken (Yahudi, Hıristiyan) müşriklerle evliliği ise yasak kılmıştır. Aşere-i mübeşşereden olan Hz. Ömer aynı zamanda vahiy kâtiplerinden ve Peygamberimizin en yakın sahabelerindendi. Peygamberimiz kendisiyle birçok konuda istişare ederdi. Onun bazı görüşlerinin nâzil olan âyetlerle teyit edildiği bilinmektedir. Şarabın kesin biçimde haram kılınması (Bakara 219), Hz. Peygamber'in evine gelen kimselerle, hanımlarının perde arkasından konuşmasının daha uygun olacağı (Ahzâb 53), Kâbe'deki Makâm-ı İbrâhim'in namazgâh ittihaz edilmesi (Bakara 125) ve münafıkların başı Abdullah b Selûl'ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği (Tevbe 84) gibi bazı ayetlerin Hz Ömer'in dua, talep veya tekliflerinin üzerine nazil olduğu rivayet edilir. Hz. Ebû Bekir Medine'de kazâ işlerinin başına onu getirmişti. Peygamberimiz de onun hakkında, "Allah, gerçeği Ömer'in lisanı ve kalbi üzere yarattı" (Tirmizî, Menâ?ıb 18), "Allah'ın emirleri konusunda ümmetimin en kuvvetlisi Ömer'dir"; "Muhakkak ki şeytan senden korkar, Yâ Ömer!" demiş, "Ey Allah'ım! Ömer'in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et" şeklinde dua etmiştir (Müslim, "Îmân", 69).
İslâm tarihinde "Emîrü'l-mü'minîn" tabiri ilk defa Hz. Ömer için kullanılmıştır. Sünnî uleması, onun Hz. Ebû Bekir'den sonra müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmişlerdir. Şiî uleması ise Hz. Ali'nin hilâfetiyle ilgili ilâhî emir bulunduğunu, Hz. Ömer'in Ebû Bekir ve Ebû Ubeyde ile birlikte bu emre muhalefet ettiğini ve Peygamberimizin cenazesi henüz ortada iken hilâfeti Hz. Ali'den gasp ettiklerini ileri sürmüş, Hz. Ebû Bekir'in Ömer'i halife tayin etmesini de eleştirmişlerdir. Hz. Ali, Ebû Bekir'in Ömer'i halife olarak bırakmasına karşı çıkmamış, ona ilk gün biat edenler arasında yer almış, onu desteklemiş ve onun yardımcısı olmuştur. Hz. Ömer de, "Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu" diyerek kendisini onere etmiştir. Hz. Ömer sert mizaçlıydı. Onun bu özelliğini Allah (cc) Resulü, "Ümmetimin içinde, ümmetime en merhametlisi Ebû Bekir, Allah'ın emri konusunda en şiddetlisi Ömer'dir" sözüyle dile getirmiştir. Hz. Ömer kadınlara karşı da çok sertti. Ancak Rabbinden korkması ve ahirette yaptıklarından hesap vereceğine dair olan inancı şahsî özellikleri arasında mesuliyet duygusunu ön plana çıkarmış, mesuliyet duygusu onu bu davranışlardan uzak tutmuştur. Ayrıca Hz. Ebû Bekir döneminde Medine'deki kaza işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği icraatıyla insanlık tarihine adil halife olarak geçmiştir. Onun hakkında Hz. Âişe 'nin, "Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner" dediği nakledilir.
Halifeliği süresince beytülmalden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamış, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali'nin bu konudaki tavsiyelerine uymuştur (Ebû Yûsuf, I, 125-126). Hz. Ömer kul hakkına riayet hususunda çok hassas davranmıştır. Onun bu hassasiyeti kendisinden sonra iş başına gelecek halifeye zimmîlerin hukukuna riayet edilmesi ve onlara verilen taahhütlere uyulmasına dair vasiyetlerinde görülür. Savaşlarda müslümanların zarara uğramaması için gerekli tedbirleri almış ve valilere de bu doğrultuda talimatlar vermiştir. Onun savaşları Medine'den takip ettiği ve gelişmelere odaklanmış olduğu görülmektedir. Medine'de hutbe okurken İran cephesinde savaşmakta olan kumandanı Sâriye'ye, "Ey Sâriye! Dağa çekil, dağa!" diye hitap ettiği ve kumandanının bunu duyarak emri yerine getirip ordusunu kurtardığı rivayet edilir (Taberî, I, 2700-2703). Peygamberimiz onun hakkında, "Sizden önceki toplumlarda Allah'ın kalplerine ilham verdiği kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de böyle kimseler varsa -ki şüphesiz vardır- muhakkak Ömer de onlardandır" buyurmuştur. (Buhârî, "Fe?â?ilü a??âbi'n-nebî", 6). Hz. Ömer toplumu ilgilendiren bir konu ortaya çıkınca halkı Mescid-i Nebevî'ye çağırır, iki rekât namaz kılındıktan sonra minbere çıkarak konuyu halka açardı (Taberî, I, 2574). Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Bir gün hutbe de mihrlerin çok yükseldiğin bundan dolayı da dört yüz dirhemle sınırladığını ifade edince, Küreyişten bir kadının Nisa suresi 20 Ayetini hatırlatması üzerine "Herkes Ömer'den daha fâkih sınırlamayı kaldırdım" dedikten sonra da ellerini açarak "Allah'ım sana şükürler olsun beni bir yanlıştan bir kadın dönderdi" diye dua etmiştir.
Emri bi'l-ma'rûf ,nehyi ani'l-münker esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren, bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında uygulayan, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini de isteyen, "Sana vâiz olarak ölüm yeter ey Ömer!" ifadesini mührüne kazıtarak, kendisini malıyla ve canıyla Allah (cc) yoluna adayan, Âdil halifeyi rahmetle anıyoruz. Ruhu şâd olsun.