“Kendini tanımayan kimse kurtuluş yolundan uzaklaşarak, cehalet ve sapıklık yoluna giriverir. Yapman gereken hayırlı, yararlı işleri yarına bırakma, bakarsın yarın olur da, sen olmazsın. Söz sizin ağzınızda olduğu sürece, söz sizin esiriniz, söz ağzınızdan çıktıktan sonra ise siz sözünüzün esiri olursunuz. Sana niçin yaptığını sorduklarında utanacağın ve yalanlamaya kalkacağın işleri yapmaktan çekin” (Hz Ali)
Hz Ali halife seçildikten sonra, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde ön planda olan Abdullah İbn Sebe gibi münafıklar yine boş durmamışlar ve müslümanların birliğini bozarak, birbirlerine düşmeleri için akla hayale gelmeyen fitnecilik oyunlarını oynamaya devam etmişlerdir. Hz Osman ‘ın isyancılar tarafından şehit edilmesi üzerine Medine’de bulunan ashap Hz Ali’yi halife seçmişti. (H.35 /M 656). Hz. Ali’yi bekleyen en önemli meselelerin başında Hz. Osman’ın katillerini bularak cezalandırmak vardı. Ancak ortada belirli bir katil yerine, onu ben öldürdüm diyen galeyana getirilmiş yüzlerce kişiden oluşan bir isyancı topluluk vardı. Hz Alinin ilk etapta Medine ye hâkim olan bu âsilerle başa çıkması mümkün gözükmüyordu. Medine’de biat edilmiş ama diğer vilâyetlerden bir ses çıkmamıştı. Hz Ali, biat etmeyen valilerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen Talha b. Ubeydullah Basra, Zübeyir b. Avvâm da Kûfe valiliğini istemiş, ancak onların bu isteği kabul görmemişti.
Hz. Âişe, hilâfetinin son dönemlerinde Hz. Osman’ı çeşitli vesilelerle eleştirmişti. İsyanın başladığı günlerde de Haç farizasını yerine getirmek için Mekke’ye gitmişti. Hz Osman’ın şehit edilip yerine Hz Ali’nin halife seçildiğini öğrenen Hz Âişe halka hitaben Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğü yolundaki meşhur konuşmasını yapar. Hz Âişe’nin bu konuşmasından sonra bazı sahabeler onun etrafında toplanarak Hz Osman’ın kanını yerde bırakmayalım demeye ve seslerini yükseltmeye başlarlar. Hz. Osman şehit edildikten sonra Medine’den uzaklaşan Emevî ailesi mensupları ile Hz Osman’ın Basra ve Yemen valileri de vilâyetlerinin beytülmâlinde bulunan para ve savaş malzemelerini alarak Mekke’ye gelir ve Hz Âişe ’ye katılırlar. Umre için orada bulunan Talha ile Zübeyir de Hz. Âişe’nin yanında yer alırlar. Mekke’de Hz Osman’ın kanını talep için, Hz. Âişe’nin etrafında oluşan topluluk, uzun müzakerelerden sonra Medine’ye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine Hz. Osman’ın Basra valisi Abdullah b. Âmir’in ısrarı üzerine Basra’ya gitmeye karar verirler. Hz. Âişe “asker” adlı meşhur devesinin üzerinde Mekke’den yola çıktığı zaman yanında üç bin dolayında kuvveti vardı. Bu arada zaferin kazanılması durumunda halifenin kim olacağı tartışılmaya başlanır. Talha, Zübeyr veya Hz Osman’ın oğullarından birinin halife olması gerektiği yolundaki tartışmalar sürerken, Kûfe valisi Saîd b. As halife Abdümenâf (Ümeyye) oğullarından olmalıdır, dolayısıyla Hz. Osman’ın oğullarından birinin halife olması gerekir diyerek, taraftarlarıyla birlikte guruptan ayrılır. Mugire b. Şu‘be de ona katılır. Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr ile birlikte yaklaşık bin kişilik bir kuvvetle Basra önlerine gelir. Yolda köpek havlamaları duyan Hz Âişe nerede olduklarını sorar, Hav’eb suyu civarında bulunduklarını öğrenince de Peygamberimizin zevcelerine, “Acaba hanginize Hav’eb köpekleri havlayacak?” dediğini (Müsned, VI, 52, 97) hatırlar ve Peygamberimizin bu hareketi tasvip etmediğine kani olarak yola devam etmekten vazgeçtiğini söyler. Bunun üzerine yanındakiler bulundukları yerin adını belirleyen rehberin yanıldığını ısrarla söyleyerek “Belki Allah Teâlâ senin sayende müminlerin arasını düzeltecektir” diyerek onu yola devama ikna ederler.
Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyf, Hz. Âişe’nin kuvvetleriyle birlikte Basra yakınlarına geldiğini haber alınca maksatlarını öğrenmek üzere kendilerine İmrân b. Husayn ile Ebü’l-Esved ed-Düelî’yi gönderir. Hz. Âişe, gayelerinin isyancı takımın bozduğu barış ve düzeni geri getirmek, mazlum olarak öldürülen Osman’ın katillerini cezalandırmak ve müslümanların arasını düzeltmek olduğunu bildirir. Hz. Ali, Hz. Âişe ile beraberindekilere Medine’nin kuzeydoğusunda Rebeze’de yetişebilme ümidiyle 3000 civarındaki bir kuvvetle Medine’den ayrılarak Zâviye mevkiinde konaklarlar. Anlaşma sağlama ümidiyle Hz. Âişe’nin karargâhına Ka‘ka‘ b. Amr’ı elçi olarak gönderir. Ka‘ka‘ Basra’ya giderek Hz. Âişe, Talha ve Zübeyir ile görüşür ve kendilerini, Hz. Ali’nin halifeliği etrafında toplandıkları takdirde katilleri cezalandırmanın kolaylıkla mümkün olabileceği yolunda ikna etmeye çalışır. Onlar da halifenin bu görüşte olması durumunda barışı kabul edebileceklerini bildirirler. (Taberî). Hz. Ali’nin Talha ve Zübeyir ile bizzat görüşmesi de olumlu sonuç verir. Hatta Zübeyir, Hz Ali’nin kendisine, Peygamberimizin Ali ile haksız yere mücadele edeceğine dair sözlerini hatırlatması üzerine bu işten vazgeçtiğini Hz Âişe ’ye bildirerek oradan ayrılır. Her iki taraf anlaşırlar fakat Abdullah İbn Sebe ve adamları gecenin karanlığından yararlanarak her iki tarafa da baskın verirler. Her iki tarafta karşı tarafın sözünde durmadığını düşünerek kendilerini bir anda savaşın ortasında bulurlar. Hz. Âişe ile Hz. Ali savaşı durdurmak için gayret sarfetselerde çarpışmalar bütün şiddetiyle devam eder. Hz. Âişe feryatlarının bir işe yaramadığını görünce Kâ‘b b. Sûr’a ön saflara koşarak barış için bağırmasını ve Kur’an’ın hakemliğini istemesini emreder. Fakat Kâ‘b o anda hemen öldürülür. Savaş özellikle Hz. Âişe’nin etrafında cereyan ediyordu. Kendisini korumak için Abdullah b. Talha dâhil yaklaşık yetmiş kişi burada can vermiştir. Hz. Ali, savaşın Hz. Âişe’nin bindiği devenin etrafında cereyan ettiğini görünce devenin öldürülmesini emreder. Onun öldürülmesiyle bir anlamda savaş da sona ermiş olur. İslâm tarihinde bu olaya “Vak‘atü’l-cemel” denilmiştir. Bu savaşta Talha ve Zübeyir başta olmak üzere birçok sahabe ölmüştür. Hz. Âişe de kardeşi Muhammed’le birlikte Basra’dan ayrılarak Medine’ye geçer ve ölünceye kadar bir daha oradan ayrılmaz.
Cenabı Mevla Ümmeti Muhammedi fitnecilerin her türü tuzaklarından, oyunlarından ve şerlerinden emin eylesin. Birinci önceliği Yüce Rabbimizin rızası olanlara selam olsun.