Geçtiğimiz 13 - 30 Ekim tarihleri arasında Almanya'nın Hessen eyaletine bağlı Wetterao Müzik Okulları ve Liseleri'nin bünyesinde her sene gerçekleştirilen "JUGEND-SİNFONİE ORCHESTER" (Gençlik Senfoni Orkestrası) programına, Çorum Güzel Sanatlar Lisesi öğrencileri de davet edildi. Bu davetin temeli geçtiğimiz yıl, Bad Nauheim Musicschule ile Çorum Güzel Sanatlar Lisesi'nin birlikte gerçekleştirdiği "Gençlik Köprüsü" projesine dayanıyor. Gençlik Köprüsü projesi, adının da hakkını vererek, tam bir köprü vazifesi gördü.
Wetterau Okulları çatısında her sene gerçekleşen Gençlik Senfoni Orkestrası'na, ilk defa yurt dışından bir okul davet ediliyordu. Çorum Güzel Sanatlar Lisesinden 4 keman 1 flüt öğrencisi. Bu çalışmada toplam 60 öğrenci, 5 öğretmen ve 3 üniversite öğrencisi yer aldı. Programın bu kadar kalabalık olmasının sebebi ise gerçekleştirilecek etkinliğin senfonik bir yapıda olmasıydı. En çok enstrüman çeşitliliğini içinde barındıran senfonik orkestra kurgusu, haliyle hakimiyeti zorlaşan bir durum arz etmekteydi… Çalınan eserlerin müzik tarihindeki yerleri, hikâyeleri, zariflikleri, tarzları ise ayrı bir ciddiyet ve yaklaşım taşımaktaydı. Dünyanın en iyi orkestralarının, en iyi sanatçılarla seslendirdiği eserleri 12 - 18 yaş arası 60 gencin sahnelemesi, bu bakımdan çok büyük önem taşımaktaydı.
Öğrencilerimiz, Bad Nauheim Musicschule Okulu öğrencilerinin evlerinde misafir edildiler. Biz ise Gençlik Köprüsü Projesi'nin Çorum ayağında evimizde ağırladığımız Patrick adlı öğrencinin ailesine misafir olduk. Patrick çok cana yakın sevimli bir delikanlıydı. Kendisi ile kurduğumuz diyaloğu ailesi ile de kurmamız hiç zor olmadı. Zira eşim Sacide öğretmen aile ile önceki projede tanışmış, evlerine misafir olmuş ve evin hanımı Patricia ile iletişimlerini hiç kesmemişlerdi. Uzakta bir akrabamızı ziyarete gitmiş gibiydik. O kadar sıcak, o kadar candan… Anne Patricia, baba Stefan, Patrick'in abisi Christian… 3000 km. uzakta bir sofranın başında… Bizim geldiğimizi duyan yandaki Türk komşular da oradaydılar. Akşamüzeri, sanki ramazan sofrası gibiydi. Yemek duasını Patricia yaptı, âmin dedik. Ertesi gün benim yapmamı istedi. Onlar da saygıyla, huşu içerisinde dinlediler ve âmin dediler…
İlk hafta Bad Nauheim Musikschule deydik. Almanya'nın farklı bölge ve okullarından gelen 55 öğrenci ile 5 GSL öğrencisi, çalıştırıcı öğretmenlerle bir araya geldiler. Sacide öğretmen ve sonrasında İnes Öğretmen keman gurubunu, Walter Öğretmen nefesli gurubunu çalıştırdı. 60 öğrencinin de farklı seviyelerde olmaları buradaki en büyük zorluk olarak görünüyordu. Öğrenciler, teknik kapasitelerinin böyle büyük çaplı bir konsere yetip yetmeyeceğinin telaşını yaşıyorlardı. Çalıştırıcı öğretmenlerin etik yaklaşım ve üslupları bu korkuların tamamını kısa sürede eritti. İnes ve Walter… Harika öğretmenlerdi. Yüzlerinden tebessüm hiç eksik olmadı. Sabırla çalıştılar. Olmadı bir daha, olmadı bir daha… Müdür Ulrich bir öğlen sonu bizi aynı şehirde bulunan başka bir okulun koro çalışmasına götürdü. Orada okulun müzik öğretmeni Andreas ile bir araya geldik. Koro çalışmasına katıldık. Onların koro eserlerinden birkaç tane seslendirdikten sonra, Ulrich özellikle düzenlemesi bana ait olan "Kızılcıklar" türküsünü rica edince aksak ölçü onlar için biraz zor olsa da çalıştık ve birlikte bir bölümünü seslendirmeyi başardık. Güzel bir deneyimdi.
Bir haftanın sonunda, endişelerinden sıyrılmış, ayağı yere daha rahat basan bir topluluk olmuşlardı. Artık büyük şefle, orkestra şefi ile bir araya gelebilirlerdi. İkinci hafta olacak bu büyük buluşma, onları heyecanlandırıyordu. Özellikle Çorum Güzel Sanatlar Lisesi öğrencileri hayatlarında ilk defa profesyonel bir orkestra şefi ile karşı karşıya geleceklerdi. İki saat süren otobüs yolculuğundan sonra şehirden, kalabalıktan, uzak çok sakin bir yere gittik. Burası Burg Rothenfels' de bir köyün yanında inşa edilmiş, eğitim amaçlı, birçok topluluğun hizmetine açık kamp ortamıydı ve Main nehri kıyısında doğa harikası huzurlu bir yerdi. Her gelen gurup belli bir süre dâhilinde burada kalıyor ve çalışmalarını yürütüyordu.
60 genç büyük salonda, birazdan gelecek şefi bekliyordu. Biz de… Onu tanıyanlar rahattı. Çok iyi birisi olduğunu, empatisinin yüksek olduğunu, üslubunun, sıcaklığından bahsettiler. Bu anlatılanların doğruluğunu onu görür görmez fark ettik. Otuzlu yaşlarda, ince, yakışıklı, güler yüzlü birisi… Adı Daniel. Bir Rus… Uzun yıllar eğitimler aldıktan sonra, kendisini gösterecek güzel işlere imza atmıştı. Tanışma konuşmasını yaparken tebessümünü bırakmadı. Sonrasında da… Eserlerin karakterleri, ifadesi, nüansları ve üslupları üzerine ayrıntılı açıklamalar yaptı. Yüksek müzik bilgisi gerektiren konuları bile, yaşları henüz küçük olmasına rağmen, genç sanatçı adaylarına vermeye uğraştı. Son provalar gösteriyordu ki bu konuda ciddi bir yol kat edilmişti. Endişelerin, kararsızlıkların yerini, özgüven ve rahatlık almıştı.
Daniel, çalışmaların ikinci günü yanıma geldi ve konserde Türkçe bir şarkı söylememizin mümkün olup olamayacağını sordu. Soruyu çok iyi anlamama rağmen, o an cevap veremedim. Oysa evet demek çok kolaydı. En iyi bildiğim İngilizce kelimeydi o : "Yes" Ama konuşamama nedenim o değildi. Tabii ki evet diyecektim. Benimki böyle klasik bir orkestra şefinin, klasik orkestra repertuarının içine bir Türkçe şarkıyı monte etmeye çalışması şaşkınlığıydı... Karşımda hem iyi bir şef, hem de iyi bir insan vardı, bizleri onurlandırmaya çalışan… O an, onu kucaklayasım geldi. Ve hemen o en iyi bildiğim İngilizce kelimeyi söyleyiverdim: "Yes!"
Sacide Öğretmen tüm koroya Kâtibim şarkısını öğretti. Şarkıya piyano ile ben, Per obua ve Nico da ritim ile eşlik etti. 27 Ekim'de Friedberg Stadthalle' de, 28 Ekim' de Echzell - Bingenheim Sampo-Halle' de ve 29 Ekim günü ise Bad-Nauheim Jugendstil-Theater' de sahnelenen konserler çok başarılı geçti. Kâtibim şarkısını okurken, Orkestra'nın arasındaydı şef Daniel… Orada ritim tutarak orkestra üyelerinin bu yabancı eseri daha rahat seslendirebilmeleri için uğraşıyordu ve çok mutluydu. Böyle insanlar için sahnenin neresinde olduklarının bir önemi yoktur. Aslında Daniel, oradaki 60 gence en güzel dersini veriyordu. Alçakgönüllülük, saygı, hoşgörü… Bir sanatçıyı taçlandıran, onu özelleştiren özellikler…
5 Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisinin kazanımlarını burada ifade etmem mümkün değil. Çok güzel ve faydalı hatıralarla dolu iki hafta geçirdiler. Çok fazla gezemediler. Hatta okuldakinden daha çok çalışmak zorunda kaldılar. En önemlisi müziğin dilinin her yerde aynı olduğunu, herkesi birleştirdiğini, kaynaştırdığını gördüler.
Bende kalanlarsa,
* İlk hafta okuldaki dinleti ortamına birlikte sandalye ve su taşıdığımız müdür Ulrich ve bizi davet ettiği akşam yemeği sonrası yaptığımız müziğe kontrbas ve kemanı ile eşlik eden eşi Carmen ve kızı Meriem…
* Öğrencilerimize bizden daha çok sabır gösteren İnes, Walter…
* Yine öğrencilerimize, verilen molalarda, kahve, meyve ve çikolata ikramı yapan Per, Nico ve Jakop…
* Babası Sivaslı olup kendisi Almanya'da yaşayan Lara… Tuba çalıyor. O ana kadar Orkestra' da 5 Türk öğrenci var sanıyordum…
* Profesyonel bir orkestra şefinin, dünyanın en mükemmel insanı olduğunu gösteren Daniel…
* Vefa düşüncesini içinde hep barındıran, öğretmenlerini 3000 km mesafeden bile olsa sürekli arayıp bulan ve tüm bu organizasyonları düşünüp tasarlayan, Ayas ve Levent adındaki iki oğlu ve eşi Henrick ile bizi evlerinde ağırlayan Başak…
* Bizi evinde ağırlayan, evin bir üyesi olduğumuz hissini yaşatan dünyanın en sıcak ev sahibi Patricia, Stefan, Christian, Patrick, Carolina, Diana…(Menner ailesi)
* Geldiğimizi duyup bize memleket gibi sarılan komşu Aynur Abla, Bahar Abla, Mustafa Bey, Betül Hanım, Yusuf…
Yoğun çalışma temposundan, iki haftanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Evimize geldiğimizde tatlı bir yorgunluk vardı üzerimizde. Bir de ağzımızda bir parmak bal… Edindiğimiz dostları, orkestra arkadaşlarımızı, müziğin büyüsünü ardımızda bıraktık. Geleli bir hafta olmasına rağmen onların sesleri halâ kulaklarımda; Bir de Stefan'ın yaptığı ekmeğin kokusu…