Ramazan ayı, biz farkında olmasak da ruhlarımıza nakış nakış işlemiştir sabrı, tevazuyu, açlığı, ve insana bir başka bakmayı. Sahuruyla, iftarıyla, teravih namazlarıyla, tekne oruçlarımızla, çocukça orucu ve hatıralarıyla maneviyatımıza adeta ilmek ilmek dokunmuştur.
Çocukluğumun ilk orucu yaklaştığında bir yaz mevsimi idi. Bu sıcakta orucu nasıl tutarım sorusu kafamı hep meşgul etmiştir.
Ama öncelikle ailemde daha sonra mahallede haftalar öncesinde konuşulmaya başlanması ve kendine has hazırlıkları ile gündem hep oruç olunca insan kendiliğinden o havaya giriyor. Şimdilerde daha yoğun olarak Ramazanın gelişi evlerde sevinçle gündem yapılmalı. Bu ayın güzellikleri anlatılmalı, çocuklar çok kıymetli bir misafir geliyormuş havasına girmeli.
Anlatılamayacak kadar içinize dokunan ve sizi huzura gark eden bir hava. Tarif edilemeyecek kadar bir mutluluk rüzgârı estiriyor gönlünüzde. Nereden ve nasıl geldiğini bilemediğiniz bir esinti. Ama huzurlu ve mutlu olduğunuzu kalben hissediyorsunuz. Bu kalben hissetmeyi her zaman anlayamıyoruz. İşte Ramazanın o havası sizi sarıyor.
O gizemli havaya Teravih namazı ile başlıyorsunuz. Mahalle arkadaşlarınız da zaten hazırdır bu kıyama ve secdeye. Ama çocuğuz ya, yaramazlık kaynıyor içimizde. Namaz kılacağız ama arkadaşlarımızla anne babamızın verdiği izin kadar da karanlıkta saklambaç oynamak asıl niyetimizdi. Asıl niyetimizi (!) gerçekleştirmek üzere gittiğimiz camide hemen üst kata çıkmak ilk işimiz olurdu. İmamı ve cemaati yukarıdan izlemek bizlere zevk verirdi. Herkesin secdeye gittiği bir zamanda kafamızı kaldırıp, imamın ve arkasındaki cemaatin o mükemmel senkronize hareketlerini hayranlıkla izlerdik.
Her kafayı kaldırdığımızda bilirdik ki yanımızdaki arkadaşlarımız da kafalarını kaldırmıştır. O kadar kısa bir zamanda birbirlerini gıdıklamalar ve gülüşlere sebep olacak mimik hareketleri o kadar hoşumuza giderdi ki yazarken dahi tebessüm ediyorum. Her ne kadar büyüklerimiz çatık kaşla bakarak bizleri uyarsa da gülmeye devam ederdik. Halen aklımızda ise çocuksa güzel hareketlerdi bunlar.
Namaz bitişi sokağımız cıvıl cıvıl olurdu. Zannedersiniz ki bütün mahalle burada. Belki de öyleydi. Şimdiki gibi hiç kimse kendini yalnız hissetmezdi o karanlık sokaklarda. Hatta o karanlık sokaklar çocukluğumuzdan kalan ve unutamayacağımız hatıraların sahnesi idi.
İlk sahur. Sahura kalkmak büyük bir eğlence idi benim için. "Haydi, kalk davulu duymuyor musun? Bak senin de kalkmanı istiyorlar" diye seslenen rahmetli annemin sesi halen kulaklarımda çınlıyor. Gözler yarı açık, sendeleyerek kalktığımız o sahurların verdiği tadı unutmak mümkün müdür? Hangi güç sizi o mahmurlu ve derin uykunuzdan kaldırıyor. Üstelik sabahtan akşama kadar aç kalmak uğruna. Daha da ötesi bunu büyük bir zevkle kalkıyorsunuz. İlginç ve bir o kadar da üzerinde durulması gerekmez mi?
Gece uykusuz kalmaktan dolayı öğleye kadar uyumak ayrı bir lezzetti. Uyandığımda yine annemin o müşfik sesi:
-Hadi gene iyisin. Tekne orucunu garantiledin. : Öğleden sonraki kısmını tutamayacağımızı anlayan evin öğretmeni yine o müşfik sesiyle; aferin sana oğlum. Tekne orucunu tuttun ya bak bu 5 lirayı hak ettin.
Öğretmenlik bu değil mi? Pedagojik formasyon bu değil mi? Kızdırmadan usandırmadan, zorlamadan oruca hazırlamak. İleri ki yılların tamamını tutmak adına alt yapıyı hazırlamak. Oysa annem ilkokulu bitirmişti. Ama iyi bir öğretmendi. (Allah rahmet eylesin)
Tekne orucumuzu tutardık. Öğleden sonra yediklerimizi içtiklerimizi kimse görmesin diye kendimizi gizlerdik. Buradaki amacımız oruç tutanlar bizi görürse canları çekmesin gayesiydi. Oruç tutanlara saygı anlamını taşıdığını babamızdan öğrenmiştik. Çok daha sonra oruç tutmanın bir açlık olmadığını her türlü kirlikten ve özellikle de kalp kirlenmesinden uzak durmamızı öğrettiğini yine babam söylemişti. Oruç tutarak başta Müslümanlar olmak üzere dünyanın her tarafında açlıktan ölen insanları aklımıza getirmemizi ve nimetler içi şükretmemiz gerektiğini de babam öğretmişti.
Ramazan ayı bir okuldu. Anne-babam başta olmak üzere mahallede yaşayan herkes yaşayışları ile bizlere örnek olarak öğretmenlik yapmışlardı.
Ve ilk iftar. Ezan okunmadan on dakika önce tüm aile bireyleri oturur kısa sohbetler yapılırdı. Ezan okunmadan önce dualar edilir, televizyondan da Kuran tilaveti dinlenirdi. Deyim yerinde ise günün finali yapılırdı. Ramazan nedir ve bizim ne yapmamız gerekir? Bugün ne yaptık?
Taklitten öteye gitmeyen Ramazanlara değil yıldan yıla içselleştirdiğimiz gerçek manada yaşadığımız Ramazanlara ulaşmamız duası ile,
Ah o eski Ramazanlar dedirten duygularımızı da kaybetmeden ancak eskiye takılıp kalmadan yeni şeyler üretmek ümidiyle…
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…