Bir Çorumlu, "Ne mutlu ki" bir Türk ve "Elhamdülillah" bir Müslüman olarak, son günlerin ateşli gündemi haline gelen “Kadeş Meydanı'na Atatürk Anıtı dikilmesi" konusunda yapılan yorumları büyük ızdırapla okudum. Halimize çok üzüldüm.
Türküz diyoruz, Türklükte birleşemiyoruz; Müslümanız diyoruz, Müslümanlıkta birleşemiyoruz. Paramparçayız.
Her birey şahsına münhasır bir alemdir. Tekdir, eşsizdir. Bu sebeple fikirler de farklı olabilir. Olmalıdır da. Bu çeşitlilik zenginliktir. Ancak medeniyet, ancak insanlık , farklı fikirlere saygıyı ve nezaketi gerektirir. Düşüncelerin hakaretle, saldırıyla, öfkeyle dile getirilmesi cehaletin, bilgi, ilimde ve olgunluktaki yetersizliğin göstergesidir. Düşüncelerini bilgiyle destekleyemeyen insanlar öfkelenir ve hakaretle yetersizliklerini ifadeye kalkışırlar. Çoğu yorumda bu cehaleti gördüm maalesef. Nedir o cehalet? Sevgisizlik, saygısızlık, vefasızlık.
Atatürk anıtı yapılması için bir kampanya başlatılmış. Katılıyorsan imzalarsın, katılmıyorsan döner gidersin. Nedir bu kavga. Bu kavga fırsattır: İçimizdeki sevgisizliği, öfkeleri, kinleri, nefretleri kusmak için yakalanmış bir fırsat. Kendimize dönelim ve ne hale gelmişiz bir bakalım.
Buraya kadar söylediklerim genel tüm konuları kapsar. Ancaaaaak vatan, millet, bayrak, din, dil gibi bize ait olan BİZ olan, bizim olan değerlerimiz söz konusu olduğunda….
Orada artık tek bir nida yükselir: AŞK
Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır. (M. K. Atatürk.) Bunu söylerken o ileri görüşlü dahi kumandan, biliyordu ki; vatanın, devletin yoksa dinini de özgürce yaşayamazsın. Ezan seslerinin gök kubbede yankılandığı, o güzeller güzeli Resulümüzün ümmetinin namaza koşabildiği, camileri doldurabildiği orucunu özgürce tutabildiği bir vatanın yoksa, Müslümanlığı yaşamak şöyle dursun adını bile kullanamaz, değiştirmek zorunda kalırsın. Örneklerini gördük, görüyoruz maalesef. Uygur Türkleri bugün hala yardım bekliyor dinini yaşayabilmek, zulümden kurtarılmak için. Bulgaristan göçmenlerini hatırlayınız. Naim Süleymenoğlu bu memlekette Süleymanoğlu olabildi. Bugün ülkemiz tüm Müslümanların sığınağı olmuştur. Çünkü bizim dalgalanan şanlı bayrağımızın gölgesi herkesi himaye etmeye yeter. Ancak bir düşünmek gerek; nice ülkelerde nice savaşlar oldu, oluyor. Bu insanlar neden kalıp savaşmak yerine ülkelerini terk ediyorlar acaba? Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Neden üzerinde yaşadıkları toprağı vatan yapmak yerine, canla, kanla vatan olmuş başka bir ülkeye kaçıp sığınıyorlar? Millet olmak yerine mülteci olarak adlandırılmayı ve öyle muamele görmeyi tercih ediyorlar? O, yeryüzünde eşi bulunmaz şanlı ecdadımızın iman dolu saf, temiz ve cesur yüreği mi yok, yoksa o yüreklerin güvenip, inandığı etrafında toplanıp bir olduğu, milletine BABA olmuş, tarihin unutamadığı, düşman komutanlarının, savaştığı orduların bile hayranlığını dile getirmekten kendini alamadığı bir önderleri mi yok?
Bu büyük millet büyüklüğünün farkında olmalıdır. Kurtulmak isteyen bir millet varsa; ya biz gider kurtarırız ya da bize sığınır kurtulurlar. Tarih boyunca böyle olmuştur. Türk Milleti Allah'ın rahmet ve merhamet elidir. Bu nedenledir ki kendisinin zulümden kurtarılması ihtiyacı hasıl olduğunda da Allah, Mustafa Kemal gibi bir kumandan göndererek bu çok sevdiği milleti zulümden kurtarmış, hürriyet bahşetmiştir. Bunun bilincinde olarak bize lütfedilen hürriyeti, Rabbimize ve emeği geçen tüm kullarına teşekkür halinde yaşamalıyız.
Vatan ve vatanı vatan yapan herkes ve her şey eşsiz kıymete haizdir. Mustafa Kemal Atatürk, yurtta sulh, cihanda sulh dedi. Daha kendi içinde sulhü bulamamış olanlar bu uçsuz bucaksız sevgi ve iyi niyeti nasıl anlayabilirler? Kendi bağırlarında taşıdıkları kalbe kendi insanının sevgisini sığdıramamış olanlar tüm cihanı nasıl sevebilirler? Bizler hem kendimizle, hem birbirimizle barış ve sevgi halinde olmayı başarmalıyız.
Anlamakta güçlük çektiğim bir diğer nokta şudur ki: Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin sağladığı tüm haklardan faydalanıp, o cumhuriyetin her türlü hürriyetini yaşayıp sonra ona ve kurucusuna, sana bu hakları verene küfretmek? Bu nasıl bir çelişki! Özellikle kadınlar… Madem yaşadığın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne inancın yok; o halde inandığını yaşa. Atatürk'e söve söve oy sandığının başına gitmeye hakkın yok. Fikirlerini açıklama hatta fikretme hakkın yok. Okula gitme hakkın yok. Resmi nikah hakkın yok. Yok. Yok. Yok. Sana değer verdiği için mi nefret ediyorsun Atatürk'ten? Demokratik bir devleti, cumhuriyeti kabul edip, kurucusunu reddetmek riyakarlık olmuyor mu? Düşünüyorum sadece, sizler gibi ben de.
"Bu vatan, toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi duranlarındır." Gününü sadece kendini, kendi dününü, bu gününü, yarınını düşünerek geçirip sıcak yatağında döne döne yatıp, sonra vatanın değerlerine laf edebilenlerin değil! Milletim! Milletim! Diye ömrünü feda etmiş bir Ata'nın milleti olmayı kabul edemeyenlerin değil.
Yakın zamanda yaşadığım bir hatıramı paylaşmak istiyorum. Havran'a, hakkı ödenmez büyük kahramanımız Seyit Onbaşımızın kabrini ziyarete gitmiştim. Anıtının yanına yaptıkları müzenin görevlisi torunu imiş. Onunla ve Havranlılarla yaptığımız sohbetler canımı çok yaktı; gözyaşlarımı tutamadım. Şöyle anlattılar kahramanımızın acı hikayesini:
Çanakkale Zaferi'nden sonra M. Kemal Havran'a gelir, Seyit Onbaşı'yla bir konakta buluşurlar. (Kuvay-ı Milliyeci Terzizade Saadettin Bey'in konağını mutlaka ziyaret etmelisiniz.) Tam da bu iki yüce gönüllü vatanseverin konuştukları odada dinledim bu hatıralarını. M. K. Seyit Onbaşı'ya der ki: Sen bize Çanakkale'yi verdin, biz sana ne verelim? Yokluk içinde bir köylü Seyit Onbaşı. "Paşam, hiçbir şey istemem." der. Paşa ısrar eder: "Ev, at, maaş bağlayalım, evlatlarınla rahat bir ömür sür. Dünya üzerinde senin gibi yürekli bir asker görülmemiştir." "Paşam vatan yeni kurtuldu, devletimizin parası pulu yok. Ben öksüzün, yetimin hakkını yiyemem. Biz karşılık için değil, vatan için savaştık. (Tüm kahramanlarımız aynısını söyleyerek maaş bağlanmasını reddetmişlerdir.) Yalnız bir dileğim var. Ben geçimimi dağdan odun keserek sağlıyorum. Jandarmaya söyleyin de baltamı, urganımı almasınlar. Ormana rahat rahat gidip geleyim." M. Kemal hemen emir verir ve Seyit Onbaşı'ya yazı çıkartılıp tek bu imtiyaz tanınır. Gel zaman git zaman kaymakam değişir. Yeni kaymakam, bazı kendini bilmez köylüler tarafından baskı altına alınır. "Neden Seyit rahat rahat oduna gidebiliyor, onun baltası alınmıyor, izin veriliyor, neden ona izin var bize yok diye." (Ne çabuk unutmuşlar değil mi Seyit Onbaşı'nın kim olduğunu, bizim için ne yaptığını, o ormanlarda özgürce salınabilmelerini ona borçlu olduklarını!!! Tıpkı bu gün gibi.) Kaymakam baskılara dayanamayarak Koca Seyit'in iznini iptal eder. Baltası ve urganına el koyulur. Oduna gidemeyen Koca Seyit, iyice yokluğa düşer. Havran'da bir zeytin fabrikasında hamallığa başlar. Her gün yarım saat yürüyerek fabrikaya gider, yarım saat yürüyerek gelir. Soğukta, karda, kışta. Üşütür, hastalanır. Sefillikten, bakımsızlıktan, zayıflıktan, açlıktan ciğerleri iyice kötüleşir, zatürreden 50 yaşında Hakkın rahmetine kavuşur. Ne kadar acı değil mi? Ağlanmayacak gibi değil, utanılmayacak gibi değil. Koca Seyit ve nice şehitlerimiz, gazilerimiz bize hakkını helal eder mi acaba? Onlar eder. Çünkü onlar öyle insanlardı. Hesapsız kitapsız sevdiler, vatan, millet içindi her şey. Peki biz bu hatıratın neresindeyiz? Biz bu helalliğe layık mıyız? Bu gün, Koca Seyitlerin de, ona bir baltalık hürmeti çok görenlerin de soyu hala devam ediyor. Peki biz hangi soydanız? Ben ben ben diyenler mi, VATANIM VE ONA DAİR HER ŞEY diyenler mi?
Bu vesileyle, bu gün özgür vatanımda, fikirlerimi özgürce ifade edebilme, dinimi özgürce yaşayabilme, şerefimle başım dik, onurlu, haysiyetli yaşayabilme hürriyetini bana bahşeden Rabbime, vesile kıldığı fedakar vatansever kulları M.Kemal ATATÜRK, silah arkadaşları, aziz şehitlerimiz ve gazilerimize, bilinen bilinmeyen tüm kahramanlarımıza minnetlerimi, şükranlarımı sunuyor, her duamda onları anarak benden razı olmalarını diliyor, muhterem ruhları huzurunda saygıyla eğiliyorum. Allah hepinizden razı olsun. Ruhumuzda, kalbimizde, her hücremizdesiniz ve her an sevgimizdesiniz, fikrimizdesiniz. Sizlerin her birinizin heykelleri, resimleri, şiirleri, filmleri Dünya'nın her yerinde her daim kahraman ruhumuzun, inanç ve imanımızın simgesi olarak yapılmalı, ruhunuz yaşatılmalı, nesilden nesile aktarılmalı, çocuklara gençlere tanıtılmalı. Türkün şanı, gururu, övüncüsünüz. Siz hürriyetimizsiniz. Siz M. Kemal'in önderliğinde toplanıp, Dünya'ya Türk'ün BİZ olduğundaki gücünü gösterdiniz. Biz olmayı sizden öğrendik. Her daim BİZ olabilmek dileğiyle. Saygılarımla.