Birbirine bağlı birkaç yazıdan sonra bana izafe edilen ve kasten saptırılan iki konuya gelmiş bulunuyorum:
* Enflasyon kadar faiz,
* Ev almak için faizli kredi.
Benim bu ikisine “kayıtsız şartsız caiz demiş olduğumu” yayıyorlar.
Kâğıt paranın altın vb. değerli bir karşılığı yok. Bu ve başka sebeplerle bu paranın satın alma gücü durmadan iner ve çıkar. Kâğıt para ile alınıp satılan mal pahalanınca paranın satın alma gücü (miktarı) azalmış olur ve bu durumda enflasyondan söz edilir.
Yapılan bir karz-ı hasen akdini düşünelim: Allah rızası için ödünç veren ve hiçbir menfaat beklemeyen kimse, parasını geri aldığında eğer enflasyon sebebiyle paranın satın alma gücü azalmış ise ve mesela ödünç verdiğinde bir torba çimento alabilen bir para ödeme sırasında yarım torba alabilecek kadar zayıflamış ise ödeme nasıl olacak?
Bu konu yıllardır tartışılıyor, makul ve bizce de makbul olan görüş şöyledir: Borçlu, aldığı parayı aynı miktarda değil, bir torba çimento alacak miktarda ödemelidir; aksi halde borcunu eksik ödemiş olur.
Diyelim ki, vadeli bir borçlanma yapıldı, ödeme günü geldi ve borçlu borcunu ödemedi, bu tarihten itibaren geçecek sürede yine enflasyon farkını ödemek gerekecektir; yani ödeme günü geldiğinde bir torba çimento alan para, fiilen ödendiği zaman da bir torba alacak kadar olmalıdır.
Tabii burada konuyu basitçe anlatabilmek için çimento örneğini verdik. Uygulamada 300’den fazla malın ortalama fiyat hareketi ölçü olarak alınıyor ve buna göre paranın satın alma gücündeki eksiklik (enflasyon farkı) hesaplanıyor, ödemede bu fark telafi ediliyor.
Bu meşru uygulamanın “enflasyon kadar faizin helâl olması” ile bir alakası yoktur. Bu sebeple bir kimse bir faizci bankaya veya tefeciye gitse, kredi aldığı günkü enflasyon rakamına baksa, bu rakam diyelim yüzde sekiz olsa ve yüzde sekiz ile kredi alsa bu işlem caiz olmaz; çünkü parayı aldığı zaman yaptığı akit, mesela peşin 100 lirayı vadeli 108 liraya satın almaktır ve henüz -vade dolmadığı için- yüzde 8 enflasyon tahakkuk etmemiştir; bu işlem faizli bir işlemdir, buna caiz diyen bir fıkıh âlimi yoktur ve olamaz.
EV İÇİN FAİZLİ KREDİ KONUSU
Bugün binden fazla şubesi ve 15 binden fazla çalışanı ile katılım bankaları var. Bu bankalar, müşterilerin ihtiyaç duydukları taşınır ve taşınmaz malları satın alıp vade farkıyla satıyorlar, buna da fukahanın kahir çoğunluğu caizdir diyor. Kirada veya yakınlarının evinde oturan insanların kendilerine mahsus bir eve sahip olmaları temel ihtiyaçlar (havâic-i asliyye) arasındadır. Bu ihtiyacı, hal ve ihtiyaçlarına uygun bir ev satın alarak gidermek isteyen Müslümanların yapacakları şey öncelikle katılım bankalarına başvurmaktır. Bu bankalar işlerini görüyorlarsa ve faizci bankaların istedikleri faiz ile katılım bankalarının istedikleri kâr arasında ihtiyaç sahiplerini sıkıntıya sokacak kadar büyük bir fark (kâr talebinin bu ölçüde fazla olması durumu) yoksa faizci bankaya gitmek caiz olmaz.
Eğer katılım bankaları ihtiyaca cevap vermez veya istedikleri kâr, faize göre aşırı derecede fazla olursa Müslümanlar, temel bir ihtiyacı gidermek için “ihtiyaç zaruret sayılır, zaruret de haramı mubah kılar” kuralından istifade edebilirler mi?
Bu konuda kafa yoran fıkıh âlimleri ikiye ayrılıyorlar:
Birilerine göre ev ihtiyacı kiralamak suretiyle de karşılanabilir, bu sebeple faizli kredi almaya zaruret yoktur.
Diğerlerine göre ki, ben de böyle diyorum: Kiracı olmakla ev sahibi olmak eşit değildir. Kiracı bir yandan diğer ihtiyaçlarından keserek kira ödemekte, bir yandan da evden çıkarılma veya vefat halinde çoluk çocuğunun açıkta kalmaları endişesi içinde yaşamaktadır.
İbn Âbidîn Raddu’l-Muhtâr’da İbn Melek isimli Hanefî fakihin şu yorumunu naklediyor: “Temel ihtiyaç maddeleri ve varlıkları zekât matrahı (zekâta tabi mallar toplamı) bakımından yok sayılır. Bir kimse ev, binek, yiyecek, içecek, ev eşyası, zanaatkârların alet ve takımları, âlimlerin kitapları gibi temel ihtiyaç varlıklarından birine sarf etmek üzere para biriktirse bu paraya zekât düşmez.”
Ev almak üzere para biriktiren kimse açıkta oturuyor olamaz, mutlaka ya kiralık bir evde veya çadır, kulübe vb. bir yerde oturuyor olur, buna rağmen bir eve malik olmak onun için temel ihtiyaç sayılıyor ve bunu almak için biriktirdiği paraya, İbn Melek ve onun gibi düşünenlere göre zekât düşmüyor (Bkz. Karadavi, Fıkhu’z-Zekat, Beyrut 1969, s.151).
DÜNYAYI CENNETE ÇEVİRMEK ELİMİZDE
Bu bahsi şöyle kapamak istiyorum…
İslâm, müminleri birbirinin kardeşi sayıyor, her bir müminin ihtiyacından fazla olan varlıklarıyla muhtaç olan kardeşlerine yardım etmesini önemli bir ahlaki vazife (bazılarına göre hukuki borç) kılıyor. Mekkeli Müslümanlar Allah Resulü’nü (s.a.) tercih ederek bütün malvarlıklarını Mekke’de bırakıp Medine’ye göçtüklerinde oralı Müslümanların (Ensârın) onlarla bütün varlıklarını nasıl paylaştıklarını biliyoruz. İhtiyaç içinde kıvranan Müslümanlara artıp taşan mal varlıklarıyla yardım etmeyen ve bu yüzden onları banka kapılarına muhtaç eden zengin Müslümanlara bir şey demeyip de dara düşmüş yoksullara faizden, haramdan, takvâdan, sabırdan söz eden hocalara (böyle olanlara), “Bu dünyanın bir de ahireti var” diyorum!
İhtiyacından fazla mal varlığına sahip olan Müslümanlardan her biri bir yoksul aileyi himayesine alsa, onun temel ihtiyaçlarını gücü yettiği kadar sağlasa ümmetin hali ne kadar güzel olurdu… Kardeşlik bağları nasıl güçlenir, emniyet problem olmaktan nasıl çıkar ve vatan dünya cennetine nasıl dönerdi!
Bu değişim hiç de zor değil, yalnızca ahirete tam imana, onu dünyaya değil, dünyayı ona değişmeye bağlı!