Karşılığını vermek ister insan; Öbür türlü geçmez hiçbir şey boğazından... Olumlu bir surat göremeyince karşımızda, tadını çıkaramayız sahiplendiğimiz şeyin… Dilimizin ucunda bir helâlleşme yaşanır bazen öylesine; İkna olamadığımız bir türlü. Bu durum bir süre idare eder bizi. Bitmek bilmeyen ve ne zaman nüksedeceğini tahmin edemediğimiz bir kaşıntı gibi aniden dikilir karşımıza. Onu yenmemizi bekler. Helâlleştin, parasını verdin, zorla almadın ya! Der… Hayattaki en sevdiğim mücadelemdir bu; Kendi kendime çok uzaklarda yaşadığım…
Perşembe pazarındaki Katıkçı teyze gibi değil ki herkes! Son zamanlarda tezgâhından mutlu ve huzurlu ayrıldığım o kadar az insan var ki… "Beğenmezsen getir" deyip, küsurat sorun olmasın diye bir kaşık fazla koyan, güvenmediği malını tezgâha bile çıkarmayan.
Geçenlerde şehrin tam ortasında bulunan, o civarda bir işiniz varsa da başka bir yere aracınızı park etme şansınız olmayan bir otoparka yolum düştü. (Düşmek kelimesi hiç bu kadar yerine oturmamıştı.) Belediyenin bina yıkımları sonrası açılmış doğal, kelepir ve yarın neyle karşılaşacağınız hiç belli olmayan iki dönümlük bir alan… Sadece alan! Başka bir şey yok! Tabela da yok.
Şehrin ortasında, istiflenmiş arabaları bir arada görüyorsanız, orası otoparktır!
On beş yaşlarında bıçkın bir delikanlı karşıladı. "Buyrun abi" dedi. Tavırlarından yıllardır bu işi yaptığı anlaşılıyordu. Kapıyı kapatıp gidiyordum ki: "Para peşin" dedi. Böyle yerlerde hizmeti almadan parasını vermelisiniz. Yoksa Allah korusun arabanın başına bir şey gelirdi! Fiyatı sordum. "On lira" dedi. "Şehrin her tarafında en yüksek fiyat altı lirayken burada neden on lira?" dedim. "Bura böyle" dedi. Belli ki çocuğa söylemesi gereken ezberletilmişti. Yorum yok! Bura böyle… Fiş? O da yok!
Düşündüğüm şeye bak… Ne kadar kitipiyozum dedim kendi kendime. Şehrin ortasında arabayı koyacak, çarçabuk işimi görecek bir yer bulmuşum! Daha ne istiyorum? Fişi ne yapacağım? Vergi iadesi mi var da biriktireceğim? Girişi retina okumalı, üstü kapalı, otomatik kapılı, ful garantili bir yer olsa, ne olacak sanki? Olmadı bir de niyet sensörü taksınlar! Bizim buralarda "Yürü git!" derler adama… İki günlük, ölümlü dünyada dert ettiğim şeye bak!
Aradan altı ay geçti. Ara sıra çat kapı aklıma gelir verdiğim on lira…
Şehrin en güzel su böreğinin yapıldığı pastanede oturuyordum. Bir adam girdi içeri; Bir yoğurt helkesi elinde… Çalışanlardan birisi adamı görür görmez, her zaman yaptıkları bir işi yapar gibi yaklaştı. Helke ceviz içi doluydu. Pastane çalışanı iyice baktı, inceledi. "Ceviz çok güzel." Dedi. Çalışan: "Ne istiyorsun buna?" Adam: "Sen ne verirsin? Dedi.
Aslında cevizin ederini ikisi de üç aşağı beş yukarı biliyordu. Pastane çalışanı bir fiyat söyledi. Adam hemen "tamam" dedi. Sonrasında çalışan "İstersen karşı dükkâna da sor." Dedi.
Adam: Ben oradan geliyorum zaten. Sizin verdiğiniz fiyatın beş lira fazlasını da verdiler. Lâkin söze, cevizin iyi olmadığını söyleyerek başladılar. İşte bu yüzden ceviz sizin. Siz beğendiniz. Bu benim için daha kıymetli…
Yeri geldikçe cümle içerisinde söylenen ve anlamı pekiştiren bir dilek sözü vardır: Allah sizi başımızdan eksik etmesin! Zamanla insan, kimlerin başımızdan eksik olmaması gerektiğini daha iyi anlıyor.