Dayak Yasak Ama…

İlköğretim yıllarımda eski öğretim sisteminin karalandığı günlerde o dönemin hocalarının yanında bir sırık, duvarda falaka olduğu anlatılırdı. Derse iyi hazırlanmış veya yaramazlık yapmış öğrenciler, falakaya yatırılmış, hoca da kalın sopasıyla ayaklarının altına hırsı dininceye kadar vururmuş. Ben de yaz döneminde hocaya giderdim ama falakayı hiç görmedim.
Şunu iyi hatırlıyorum; evladını okutmak isteyen baba, onu hocaya teslim ederken "Eti senin, kemiği benim" dermiş. Aynı şey çocuğunu ustaya çırak verirken de söz konusuymuş. Bu, evladımı iyi yetiştir, anlamında bir teslimiyetti. Hocası veya ustası ona gerekli bilgi ve beceriyi öğretirken anne-babasından gerekli güvenceyi aldığı için daha rahat ve cesur davranırdı. O çocuk, hocası veya ustası nezdinde bir evlat gibiydi. Severdi de azarlardı da…
Bizim öğretim yıllarımızda okullarda resmi olarak disiplin cezaları vardı ama en etkili disiplin yöntemi dayaktı. Geç kaldın mı idarede önce dayak yiyecektin, sonra geç kağıdı alacaktın. Her idarecini yanında keser sapı ya da daha uzun sağlam sopalar vardı. İnce sopalar tez kırılıyordu. Onun için dayanaklı ağaç dallarından seçilirdi.
Özellikle yatılı öğrencilere dayak atmak için pek çok sebep vardı. Yatılı olup da dayak yemeden okul birdim diyen bir öğrenci var mıdır, bilmiyorum.
Böyle bir eğitim modelini tasvip etmeyen öğretmenler de sesini çıkaramıyorlardı. Öğretmeni şikayet etmek, mahkemeye vermek, bakanlığa bildirmek gibi bir olayı hiç hatırlamıyorum. Ama o öğrencilerin bilinç altına öyle yerleşiyordu ki yıllar geçtiği halde o hocalara hakkını helal etmeyen arkadaşlarım vardı. Altmışlı yıllarda dersimize giren bir hocamla İzmir'de karşılaşmıştım. Hocam, eski öğrencilerini hatırlayarak hepsine selam gönderdi. Ben de hocamın selamını bir toplulukta arkadaşlarıma ilettim. Birisi "Ben, O'nun selamını da almıyorum, O'na hakkımı da helal etmiyorum" deyince şok oldum. Öğrenciliğinde sudan sebeple kendisini kıyasıya dövdüğünü anlattı. Bu, tek bir olay değil. Örnekleri pek çok.
Yine bir gün bir hocamızın cenazesini taşıyoruz. Ulu Mezar'a yaklaştığımız sırada bir arkadaşım buna rağmen hakkını helal etmediğini anlatıyordu.
Aslında buna benzer olaylar çoktur. Hepsini sıralamakta da bir yarar yoktur. Benim öğretmenliğim döneminde böyle yapan öğretmenler ve idarecilerin sayıları epeyce azalmıştı. Disiplin kuruluna sevk etme oranı artmıştı.
Sonraları dayak atan öğretmenler ihbar edilirse derhal soruşturma açılması, görevden uzaklaştırılması, öğretmenlikten atılması gibi haberler yaygınlaşmaya başladı. Öğretmenler kabuğuna çekildi, idareciler okulun yaramaz öğrencileriyle baş başa kaldı.
Bu defa başı boşluk başladı. Veliler de evlatlarını korumaya alınca eğitim ortadan kalktı. Okullar sadece öğretim yapan ve test çözme yeteneğini geliştiren özel yetenek veya etüd merkezleri haline geldi.
Bu böyle gitmez. Ne kadar iyi müfredat getirirseniz getirin burada kaliteli bir eğitim-öğretim olmaz. Önce güvenlik, önce asayiş şart. Öğretmende sevgi ve şefkat, öğrenci de saygı ve hürmet şart. Okullarımız da yeniden eğitim kurumları niteliğini kazanmalı.
Ben, bir arada İsviçre'de Türk öğrencilere din eğitimi yapmak üzere görev yaptım. Orada öğrencilerden ve velilerinden oranın eğitim sistemi hakkında bilgi aldım.
Orada ilkokullar da ortaokullar da kendi aralarında derecelendiririlmiş. Çok az öğrenci liseye devam edebiliyormuş. Rağbet, en çok meslek liselerine imiş. Öğrencilere ve velilere sordum; orada dayak var mı diye. Onlar başladılar anlatmaya:
"Dayak yok ama" diye başladılar. "Dayaktan ağır cezalar var. Bir defasında oğlum, sınıfın camını kırmış. Bana o camı ödettiler. Ayrıca oğlumu özel bir klinikte on seans psikiyatri tedavisine götür, faturasını da bize getir dediler." Diğeri söze karıştı. "Kızım, öğretmenine karşı gelmiş. Hafta sonu ona bir defter, bir kalem vermişler. Bir sınıfa kapatmışlar. Bir tam gün öğretmenimi çok seviyorum" yazarak o defteri doldurmasını istemişler."
Düşündüm de büyük ceza. Askerlik döneminde komutanlarımız bize disiplinsizlik yapmamamız konusunda uyarıda bulunurken "Yoksa Cumartesi-Pazar izninizi yakarım" derlerdi. O disiplin konusunda çok etkili bir yöntemdi.
Daha aşırı hareketlerde bulunanlar hakkında öğretmenler kurulunda bir sınıf alta indirme veya bir alt düzeydeki okula gönderme gibi kararlar da verilebiliyormuş. Hatta aşırı davranışları önlemek için öğrencinin başka ilde eğitimine karar verilebiliyormuş. Bu karar, mutlaka uygulanıyormuş.
Görüyorsunuz; oralarda dayak yok ama dayaktan etkili cezalar var. En önemlisi de bu cezalar, mutlaka uygulanıyor. Velinin maddi veya siyasi gücüne göre ya da toplumdaki/devletteki sosyal statüsüne göre değişiklik göstermiyor.
Biz de yeni yeni tedbirler geliştirelim. Bize uygun, bize has disiplin kuralları oluşturalım. Bu kuralları herkese eşit uygulayalım. Adamına göre değişikliğe uğratmayalım. O zaman okullarda asayiş ve güvenlik sağlanır. O zaman öğrenci öğrenci gibi davranır. O zaman öğretmen eğitim ve öğretime ağırlık verir. İşte o zaman idareciler, okulun jandarmalığını bırakıp işlerine bakar.
Biz, bu dengeleri yeniden kurmalıyız. Bunu yapmak ve başarmak zorundayız. Aksi takdirde havanda su dövmeye devam ederiz. İstatiklerde başarı grafiği artsa bile bir nesli kaybederiz.